Nisan 29, 2010

Finaller gelmeden geçsin!

Uluslar çalışmak yerine, bir sürü birşeyle uğraşmak! İşte tam olarak bu yaptığım, okuldan bunaldım bu ara artık tatil gelmeli. Ki zaten bu yıl okula adapte olmadım gitti, aşladım başladı mı dedim, vizeler geldi batırdım dedim, vizeler bitti ohh tatil geliyor ben alışamadan dedim, ikinci dönem başladı bu dönem bitmez dedim, vizeler geldi çalışmalıyımmm çok çalışmalıyım dedim, ve şimdi finaller geliyor ama ben sevgili totoşumu kaldırıp ders çalışamıyorum. Bu dönemi bu psikolojiyle kalmazsam sonrası için umutluyum(: Evet evet o yalan, bir dahaki dönem derslere gidicem... İnanmadınız mı? Canınız sağolsun :D
Bu finaller hem gelmesin ama hem de bitsin istiyorum, ayrıca patates kızartmasını kalorisi kaldırılsın ve de küresel ısınmaya dur densin ama penguenler kutuplarda üşümesin istiyorum. Saçmaladığının farkındaysan, saçmalamak candır!

Nisan 20, 2010

Kışlıklar!

Kışlıkları kaldırıyorum, yün kazakların arasına kışları saklayarak; önümüzdeki sonbahara kadar, yazlıkların arasından bahar kokuları çıkarıyorum. Korkuları kaldırıyorum, gök gürültülerinin yokluğuna sığınarak; yaz boyu neşe, mutluluk yakama yapışsın diye. Botları da kaldırıyorum, ayağıma dolananlarla birlikte; sonbahara değin elim ayağıma dolanmasın diye.
Neşeli nağmeler yükselsin bu yaz, dalgalar şarkılarını söylesin, güneş göz kırpsın; o kadar mutlu geçsin ki yaz, sonbahar özlensin hüzün adına...

Zeitgeist'e Dair

Bahar alerjim gecenin bir vakti sebebi anlaşılamayan bir şekilde nüksederken, hapşırık krizim sebebiyle aslında yazmak istediğim belgesel konulu yazıyı yazamıyorum. Felsefenin dibine vururken, hapşırmak pek inandırıcı olmuyor! (: Ama yine de değinmeden geçemeyeceğim ki, evet bir devrim olacaksa ve kapitalizm son bulacaksa bu devrim değişimdir!
Okkalı'ya not: Kominist değilim!

Nisan 19, 2010

Günaydın

Günaydın, günaydın, günaydın!
Sabah uykum bin kere bölünerek öğrenmiş de olsam, evet bugünkü pratikler iptal ve bugün tatil! Bu haftanın da 23 Nisan tatiliyle birlikte 3 güne düşmüş olması, muhteşem! Yorgunluğum geçmiyor ne kadar dinlensem de, bahar yorgunluğu ve alerji yüzünden baharın çoğunu yaakta geçiriyorum, halbuki dışarda nefis de bir hava var. Günaydın olsun, hafta muhteşem olsun (:

Nisan 14, 2010

Migren gider, mutluluk gelir!

Yeniden doğdum, bir migren krizim daha yerini muhteşem bir yaşam enerjisine bırakarak beni terk etti. Terk edilmek bir insana ancak bu kadar haz verebilir. Ne kadar sevmesem de migren krizlerimi, tüm negatif enerjimi, sıkıntılarımı, yorgunluğumu alıyor giderken yerine taptaze bir ben bırakıyor. O denli mutlu oluyorum ki, şuanda birazcık daha konuşsam migrenimi seviyorum bile diyebilirim.
Hey insanlık, hey dünya, güneş, samanyolu, ağaç, çiçek, kuş, hey evren ve evrendeki herşey SİZİ SEVİYORUUUUMMM!

Okkalı Yorumlar

Bloğa bişiler karalamak kadar okunmak ve okunduğunu bilmek de çok keyifli... Özellikle de keyifli yorumlar gelince! 'Nefret Ettim!' e gelen yorum içerisinde güzellik diye hitap edilmiş olmak beni acayip mutlu etti, o kadar ki sabah okuduğum halde akşam bu yazıyı kaleme almaya sevk ediyor, teşekkür ediyorum dostum, çırağanda çiçekler bizsiz açıyor ama bugün sayende benim yüzümdeki çiçekler onları geçti.
Değinmeden geçemeyeceğim bir diğer yorum da, 'Dini İnancımı Ararken..'e yaptığı yorumdu ki başlığa ismini veren de bu yorum oldu. Sabah mahmurluğuyla o yorumu gördüm, nasıl güldüm anlatamam bütün günün keyifli geçmesinde onun da payı az değil. Kalemine sağlık, 'Okkalı Yorumlar'ın devamını beklyoruz!

Not: Migrenden kıvranmam bu yazıyı yazmama engel olamadı.

Nisan 13, 2010

Ruhum Hep Desen Desen

Tamam,tamam öyleyim
Bir öyle bir böyleyim
Hergün tanış benimle.
Bir güler,bir ağlarım
Anlatırım,saklarım
Alış şu hallerime...

Farkında bile değiiiilsin
Seni cezbeden de bu
Niye beni seçersin
Etraf desensiz dolu

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bir kucak mı yoksa bir tuzakmıyım ben
Ruhum hep desen desen

Ama ben hep böyleydim
Sen beni böyle sevdin
Değiş desen de olmaz
Durup bak renklerime
Bir demet yap kendine
Aşkımız öyle solmaz

Farkında bile değiiiilsin
Seni cezbeden de bu
Niye beni seçersin
Etraf desensiz dolu

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bi kucak mı yoksa bi tuzakmıyım ben
Ruhum hep desen desen

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bi kucak mı yoksa bi tuzakmıyım ben
Birini seçeyim

Sakin mi serin mi
Benim mi senin miyim ben
Bunu bir düşünim
Kalp miyim akıl mı
Aklı karışık mıyım ben
Ruhum hep desen desen...
(NİL)

Nefret Ettim!

Bu duygu genel olarak bana uzak olmakla birlikte, bu filmden resmen nefret ettim! İtiraf ediyorum evet benim izledim dediğim American Pie değilmiş, ben daha farklı bir filmle karıştırıyormuşum ve aslında ne kadar da iyi ediyormuşum! 1.filmin yarısına gelemediysem de filmden nefret etmeme yeterli oldu izlediğim 15 dakika. Evet evet ben bir kızım ve evet evet filmdeki esprileri! iğrenç ötesi buldum.

Dini İnancımı Merak Ederken..

Dini inancımı merak ederken, konuyla ilgili araştırmaya giriştim. Çeşitli yerlerde çeşitli şeyler okuduktan sonra, bir test ile karşılaştım. Test dediysem, istatistik tadında görüşleri belirtip sonuçları toplayıp, toplum yapısını belirlemeye çalışanlarından... Çeşitli konularda fikirler soruluyor, cevaplara göre görüş belirleniyordu. Aldım takkemi oturdum, çözdüm! Sonuç mu?

Panteizm
'Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğatanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizm'de, pan-enteizm'den (kamusaltanrıcılık) farklı olarak her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır.

Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-evren-insan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Tanrıbilimsel olarak; Tanrı, evren ve insan; birdir, aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, herhangi bir yaratmadan da söz edilemez. Spinoza'nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya'sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî'nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi, Arabî'nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak birçoklarının sandığının aksine, Spinoza'nın Panteizmi ile Arabî'nin Vahdet-i Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza'da, Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Arabî'de ise Evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır.

İngiliz düşünürü White Head'e göre, Tanrı'nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı; ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı'nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış, evrenin içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı'da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.'


Aslında test öncesi düşündüğümde, deizm veya panteizm çıkacağını biliyordum. Ateist olmadığımı da, yaşam felsefeme de ters zaten. Birşeylerin adını koyma çabası işte, ne fark ederse düşünce sistemimin adının ne olduğu...

Hayatınız Seçtiğiniz Kadındır

Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır, tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktığı kat...

Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinizin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür, sofraların inceliklerle donatılmadığı bir katta doğduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.

Birlikte olduğunuz kadın değiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir, hayatın neredeyse bütünü değişir, bir başka kata, bir başka bahçeye geçersiniz, orada herşey farklıdır. Dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, buluştuğunuz arkadaşlar, hatta taktığınız kravat bile değişir. Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz, zeki bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir; yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz. Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır; Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir. Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve, bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır; hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.

Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.

'Bir kadın değil. Bir hayat seçersiniz çünkü.' (C.D)

Nisan 12, 2010

'Thinking is Destiny'

Yaşam insanoğlunun uydurduğu bir masal ve hayal ettiğimizce yaşıyoruz herbirimiz. Herkesin bambaşka hayatları, bambaşka umutları, bambaşka hayalleri var. Her hayatın kendi sorunları ve kendi umutları var, hiçbiri diğerinden iyi ya da kötü değil aslında; herbiri farklı birinin hayali ve herbiri bizim hayallerimizin yansıması. 'Düş'lediğimiz kadarız herbirimiz, çocukken düşlediklerimizi yaşıyor bile olabiliriz. Kutsal kitabım der ki, 'Bir insanın başına; ancak daha önce bilincinden geçmiş birşey gelebilir.' Evet, şimdilerde moda adı 'Secret' olmuşsa da, hayat aslında 'Düş'tür. Düşündüklerimiz kaderimizi belirler ve ancak hayal edebildiğimiz şeyler başımıza gelebilir. Aksini düşünmek ürkütüyor beni, kendimi kocaman bir dünyaya terk edilmiş hissetmeme sebep oluyor. Oysa düşlediğimce yaşamak ve yaşadıkça düşlemek, sırt çantamı alıp istediğim yerlere gidebileceğim hissini yaratıyor. Hayatta başarı diye bir şey olmadığını hatırlıyorum tekrar tekrar, dayatılanlara inat. Hayat yaşama arzusu olduğunca hayat!
Yaşama arzusu ise, standart kalıpların dayatmaları ile olmuyor işte. Herkesin kendince yaşama arzusu; benimki düşlerimi gerçekleme kaygısı...
Hayallerimin aynadaki aksi yaşamsa, yaşamın aksi hayallerimdir. Birini değiştirebilirsem, tüm hayatım değişir.

Baharlar

Bahar nezlesi oluyorum, alerjim var çiçeklerin çiftleşmesine! Çiçeklerin ulu orta çiftleşmesi yüzünden burnum kızarıyor, gözlerim yaşarıyor, hapşırıp duruyorum; güneşle ikisi birleşince garip garip benekler çıkarıyor, anlamsızca onları kaşıyorum.
En sevdiğim mevsime alerjim olması bir alamet midir peki? Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabıların* da canımı onca sevgime rağmen yakması gibi...
Çağrıştırır bahar tazelenmeyi, temiz bir sayfayı, yeniden doğuşu... Çiçekler gibi, güneşe tav olup açmayı, gelincikleri kırmızı kırmızı, papatyaları çoskulu, çimenleri yemyeşil, kediyi, köpeği, kuşu...
Severim ben baharları; umudun tükendiği yerde geliverir, kışın ardından sarıp sarmalayıverir; lakin kendi gerçekliği vardır baharın, kışın ilacı olmaktan öte!
Arsızdır da baharlar, benliğini isterler senden, vücut kimyanı ele geçirmek, ruh halin üzerinde söz söylemek isterler. Bahara aşıksan, koşulsuz teslim edersin kendini şefkatli kollarına ama yok değilsen bitsin istersin bu hegomanya. Bazı aşklar gibi, kimisine acı verir baharlar; ve kimisi de herşeye rağmen sever baharları.
*(Tamlama Şebnem Ferah! ait olup, bahsi geçen durum yaşanmıştır.)

Yine, Yeni, Yeniden İtalyanca

Keyifle öğreniyorum, severek yaptığım her işte olduğu gibi yaparken mutlu oluyorum. Özlemişimm ve 3 hafta aradan sonra yeniden CIAO!

Hafta Başı

Muhteşem bir hafta olması dileklerimle başlayalım haftaya; herşeyin en güzeli, en muhteşemi, inancına göre hayırlısı bizi bulsun bu hafta!

Ah yorganım Ahhh!

Rüyalarım rüyalarım rüyalarım bloğum,
Sabahın erken saatlerinde gördüğüm kabusu unutup geçiyor, an itibariyle etkisinden çıkmamadığım son rüyamı anlatmak istiyorum;
Bir üst geçit gördüm rüyamda, komplex yapı da, çeşitli girişleri var, çıkışları var her girişi kendince bir yolda ilerliyor. O üst geçitin önüne oturmuş düşünürken, hukuk asistanlarından birinin indiğini görüyorum bana doğru yürüyor, bir de Çiğdem geliyor bana doğru... Ekranlara bakıyorum, 'E' halinin yayında olduğu zamanki sıralamasını görüyorum, oldukça yükseklerde olduğunu görünce de o gazla asistanı boşverip Çiğdem'e hamle yapıyorum. Çiğdem'e radyoya dönmek istediğimi söylüyorum, zamanını soruyor, işin içinden çıkamayınca haftasonu diyorum ama içim rahat etmiyor. Çiğdem'i orada bırakıp, üst geçite geri dönüyorum, farklı insanların geçişlerini seyrediyorum. Uyandıktan sonra yorumladığım kadarıyla, sanki bu üst geçit gelecek ile ilgili planları temsil ediyor ve galiba ben radyoyu sandığımdan daha büyük bir tutkuyla özlemişim. Bir süre oradan geçmekte olan insanlara bir takım sorular soruyor ama bir karara varamıyorum. Gelgelelim bir süre sonra Cem Uzan geliyor, konuşmaya başlıyoruz. Ki bu kısımda yorganın üstümden düştüğünden şüphelenmekteyim (: Aradan yıllar geçmiş görüyorum, bir masanın etrafında toplanılmış içkiler içiliyor ve bana hamile olduğum için verilmiyor.
Bloğum,
Bilinçaltımın bahar temizliğine ihtiyacı olduğuna şiddetle inanmakla birlikte, Cem Uzan'ın ne alaka olduğunu hala çözebilmiş değilim. Hiçbir şahsi duygu beslemem, ne severim ne sevmem... Rüyanın genelinde bir gelecek kaygısı olduğundan Cem Uzan dışındaki saçmalıklara takılmak istemiyorum. Ve fakat, bu hafta normal düzene dönmenin verdiği duygu sebebiyle gördüğüme inandığım bu deriiin! rüyanın benzerleri önümüzdeki zamanlarda kendini tekrarlarsa o durumda bilinçaltıma 'Hayırdır derdin ne?' diye sormanın vakti gelmiş demektir.

Okuyuculara bol Cem Uzan'lı günler diler, saygılarımı sunarım efeniim (:
Not: Üzerimin belirli periyodlarla örtülmesi halinde, durumun tekerrür etmeyeceği görüşünde olanlar için irtibat numaralarımız: Nilay Urazel 05.. ... .. .. :D

Günaaaydıın!

Günaydın bloğum günaydın,
Bugün dersim olmasa da, ya da dürüst olmak gerekirse benim gideceğim ders olmasa da, akşama italyanca kursum var. Ufaktan uyanmak lazım tatil rüyasından, tekrar dönmek lazım hayatın koşuşturmacasına. 5 yaşındaki şımarık kızdan, üniversite öğrencisine dönüş yapmak lazım. Her sabah olduğu gibi yine tembelliğim üzerimde, kalkasım yok. İtalyanca notlarının Emre' den alınası var çok (: Kursu çok özledim, Serena' yı çok özledim, okulu bile özledim galiba...

Nisan 10, 2010

Bir Kadın...

Bir kadın çocuktur aslında.Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını. Ama hiçbir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu

görecektir. Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.

İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay. kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri 'acımak' duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi

karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında.

Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.


Bir kadın hayattır aslında.

Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek. su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.

Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz. (A)

Tatlı rüyalar

Bu kız, o kadar yemeğin, künefenin üstüne taş gibi olmuş ama hala içinde kelebekler uçuşan midesiyle savaşı keser ve uyur. Rüyasında güzellikler görür. Tatlı rüyalar...

Nisan 09, 2010

Gündüz Niyetine

Günaydın, günaydın, günaydın kacaman kocaman günaydın...
Güne gördüğü garip rüyalarla başlamak adeta gelenek oldu ya, hadi bakalım. Peki ya bu seferki nasıl bir rüyaydı öyle, pusetler falan! Koskoca halimle pusete oturmuşum babama şımarıyorum, sonra adamcağız güç bela beni ikna ediyor da benim aklım başıma geliyor, pusetimi, oyuncaklarımı falan Yağmur'a ve Esi'ye veriyorum ve uyanıyorum...
İçimde koca bir çocuk yaşıyor onu biliyordum da günden güne geriye gittiğimi bilmiyordum. İçimdeki çocuk 3,5 yaşında bildiğim kadarıyla, umarım biberonlara kadar gerilemez!
Rüyalar suya anlatılırmış ya ben sana anlattım bloğum, gündüz niyetine...

Ruhsal Besinler:)

Mesneviyi okumak istiyorum en geniş baskısıyla, bugüne kadar sade hallerine bakındıysam da tamamını tekrar tekrar okumak istiyorum. Kutsal kitabımla ikisini sıcak çikolata eşliğinde saatlerce günlerce okumak okumak okumak istiyorum. Kendimle başbaşa kalıp, düşüncelerin çatışmasına tanık olmak istiyorum. Bir evim, bir kütüphanem, Amy Winehouse, Coldplay dinlerken yapacağım puzzle'm, bitmeyen çikolata zulalarım, felsefe tartışmalarıyla dolu sohbet gecelerim, izle izle bitmeyecek film arşivim olsun istiyorum. Bu aralar ben, ruhumu beslemek istiyorum...

Ferzan Özpetek- Serseri Mayınlar ' a dair...

Serseri mayınlar ciddi manada güzeldi, oyunculuklar harika olmakla birlikte zaten italyanlardan bunu bekliyorduk;) Esas güzel olan, hikayenin anlatılış biçimiydi. Sahnelerdeki geçişler, hem doğallığı hem sanatı bir arada sunuyordu. Sanat filmi izleyicisiyle, sıradan sinema izleyici aynı anda keyif alabilirdi filmden. Eşcinsellik çok güzel işlenirken, hoş olmayan görüntülerin abartılmamış olması da ayrıca hoş bir detaydı. Sıcaklık hissediyorsunuz izlerken, abartılmış hiçbir şey yok. Ferzan Özpetek, sınırları zorlayan bir yönetmen olduğunu ortaya koymuş bu filmde, filmi izlerken 'yabancı' tadı alınıyor, insan bir Türk'ün ismini başarılı işlerde görünce mutlu oluyor.
Filmde benim en sevdiğim sahne, babaannenin tatlılar,pastalarla intihar ettiği sahneydi. Ölümün dahi tatlıdan, çikolatadan gelmesi güzeldi.

Nisan 06, 2010

İstanbul

Sar sarmala kucakla beni İstanbul; sana güvenmeyenlere inat koru beni İstanbul; sokaklarında kedi olayım besle beni İstanbul; boğazlarınla şımart arka sokaklarınla korkut beni İstanbul; vapurlarından martılarına simit atayım su sıçrat üstüme yaramaz İstanbul; şekerli yoğurdunu yiyeyim kal damağımda İstanbul; kulelerinde koru beni elmaların altındaki yılanlara İstanbul; sonbaharlarında savur, yaz sıcağında kavur, nisanında okşa İstanbul; yerim ol, yurdum ol, yarim ol, aşkım ol İstanbul!

Günaydın

Bir tembellik var bugün üzerimde, sıcacık yatağımı 11 saattir terk edemiyorum. Uyuduğumdan mı, yoo keyiften...
Kumsalda olsam şimdi sıcacık kumlarda, ayaklarımı dalgalar yalasa, rüzgar ve dalgalardan başka kimse konuşmasa ama zaman zaman ufacık çocuklar cıvıldasa, akşam olduğunda lanet beyaz tenim su toplamasa...
Bisikletime atlayıp kaçsam sahil boyu, kumsalda pedal çevirmekten bacaklarım ağrısa, dursam soluklanmaya bir baksam ki etrafta papatyalar, bıraksam kendimi üstlerine, uyuyakalsam orda, rüya aleminde uçsam uçsam boğazın üstünden...
Sonra akşam olsa, yengeçlere inat uzansam kumsala, şarkılar söylesem, tatlı şarap şişemi kuma oturtsam devrilmese, içtikçe canlansam canlandıkça içsem, döne döne dans etsem kumsalda...
Eve döndüğümde yine sıcacık olsa yatağım ve bunları yapmamışçasına dinlenmiş olsam, desem kocamaaaan günaydıın!

Tatlı rüyalar...

Hayal aleminden, rüya alemlerine geçiş, tatlı rüyalar...

Nisan 05, 2010

Tatlı rüyalar

Azar yeme pahasına yazmadan geçemeyeceğim, mutluyummm çook... Tatlı rüyalar...

'Self-observation is self-healing'

Kendini gözlemleme, kendini iyileştirmektir. Kutsal kitabımda belki kaçıncı kez okuduğum bu cümle, bu gece beni bunu yazmaya sevk etti. Bir hayat telaşı içerisinde, kendi yarattığımız dinamiklerin oluşturduğu bir cenderede hayatı yaşamaktan uzak 'idame ettirirken', dönüp kendine bakmayı bir kere daha hatırlattı da birkaç satır karalamak istedim.

Herkes kendi dünyasınca yaşarmış, büyüdükçe hayatın öğrettiği bu gerçekten uzakken kimbilir belki daha da rahatken, doğruların varlığına inanırdım pek çok çocuk gibi. Çevreden gelen tepkilerin belirlediği kriterlerce yaptıklarımın doğru mu yanlış mı olduğunu test eder, doğrusunu yapmaya çalışırdım. Oysa her insanın, her çevrenin kendince doğruları varmış, bir toplulukta doğru olan ötekince yanlış olabilirmiş. Bunları öğrendikçe, 'ee o zaman?' diye sordukça, doğruyu yanlışı içimde aramayı öğrendim. Doğruyu yanlışı ararken uzaklaştım, tabulardan, dogmalardan, toplumsal kurallardan... Başkalarının tecrübelerinden faydalanmak gerek doğru, ama her olay kendi dinamiklerini barındırır ya içinde dışardan aynı gözükse bile. Kendi yaşantımı, kendi kurallarımca belirlemeyi öğrendim. Olumsuz tepkilerde yılmamayı, olumlu tepkilerde şımarmamayı... Bir şekilde hayatın içine katıldıkça, daima daha derine, sorgulamalara son vermek gerektiği öğretilmeye çalışıldı. Oysa bir bitkiden fazlasıydı insan, sorgulayan... En başta kendini, sonra bütün evreni. Biliyorum sonu yok yazdıklarımın, ben de birçokları gibi bir neticeye varamayacağım düşündüklerimde ama olsun bazen yolculuğun öğrettikleri varılan limandan daha değerli!
Amacı ne yaşamanın, amacı ne yaşamamın? Dünyevi şeyler desen değil, ahiret desen yalan... Ruh olgunlaşmasıdır amaçlanan. Ruh olgunlaştıktan sonra ne olur peki?
...
Burada durmak zorundayım blog'um, düşünebilmenin bile 1'de kapanan internet odasında sınırlandığı noktada duruyorum.
İyi geceler...

Nisan 03, 2010

Bir Üniversite Öğrencisini Günlüğü- Vizeler Biterse..

Özgürüm ben özgürüm, 1 hafta tamamen özgürüm, sonra yarı açık özgürüm(: İzlemek istediğim tüm filmlere gidecek, güneşin, denizin, martıların tadını çıkaracağım. A kişisi, milletcekili Abdullah, B kişisi, eşi müberra, iştirak, içtima, BM şartı, orta malı, haksız muamele, raporlama, t,z,f,q ve alfabenin kalan harflerince test grupları ile uğraşmayacağım. Özleyeceğim dersem yalan olur, tatiiiil seni çok özlemişim!

Nisan 02, 2010

Kardeşim, Herşeyimmm!

Benimle oynar mısın ?
Hani msb de ki gibi elinde şırıngayla,
Kahkahalarla,amaçsızca..
Sırılsıklam bir halde birbirimize sımsıkı sarılışımızla
Sürekli çocuklığum gelirken aklıma...
Hani şu her saniye beraber olduğumuz,
Kavga da etsek içten içe seni çok üzdüğümü düşünerek kahrolsamda
Ama yine de her eve geldiğimde seni göreceğimi bilsem..
Yine oyunlar oynasak,çocukça hayaller kursak
Tek derdimiz vinç market olsa..
Ve ben her gece başını okşayarak bir masal anlatsam sana
Gözlerin kapalıyken kirpiklerinin hareketlerini izlesem,
Sonra bir daha öpmeyecekmiş gibi öpsem seni,
Kokunu içime çeke çeke..
Seninle uyusam her gece..
(Bu sana ilk şiirim,seni çok seviyorum..Belki ne kadar özlediğime şahit olur..Hiç aklımda yokken gözyaşları içinde yazdım buun içimden ne geldiyse seni çok seviyorum çok özledim seninle oyun oynamayı..)
(İrem Irmak)

Hayranım Sana

Tanırım kendimi
Hiddetim taşar benim
Dalga dalga,
Hırçın hırçın
Tokat gibi vurur sözlerim
Yıpratır bedenini
Bilirim seni
Hüzün etrafı sarmışken

Sessiz kalırsın belli belirsiz
Ben bilirim seni
Acı bir tebessüm
Belli belirsiz bir tebessüm
Hayranım sana
Sabrına
Sakince karşımda durup
Meydan okuyan o tavrına
Varlığına
Korkmuyorum
Ruhumdaki fırtınada boğulmaktan
Karanlıkta yollarımı kaybetmekten
Biliyorum kurtarırsın beni sen
Işığım, deniz fenerim
Işığım, sana aşığım
(C.E)