Aralık 10, 2012

Hayat Bir Oyun Sahnesi

Hayat tıpkı bir oyun sahnesi; bütçesi kısıtlı olduğundan herkesin her işi yaptığı sahnelerden... O kadar ki, yıllar önce bambaşka bir anda farklı rolle oynadığın oyunda bir bakmışsın karşıt roldesin. Kıskançlıkların, hırçınlıkların, artıların, eksilerin, hissettiklerin ve hissettirdiklerinle yüzleşiyorsun.

Aynanın öbür tarafına geçmek istiyorsun, o zaman çekici bulduğun bu rolü taşıyamayacak kadar çocuk olduğunun ayırdına varırken bile, içinden "bana ne" diye ayaklarını yere vura vura şefkat isteyen kız çocuğunu avutmanın peşine düşüyorsun.

Hayatın ne kadar kendinle ilgili birşey olduğunu kavrıyorsun, tıpkı sinemada yalnızca biletin olan filmi izlemek gibi... Kendi hikayenden alman gereken dersler olduğunu, aslında o merak ettiğin misyonunun bu olduğunu anlıyorsun.

O çok bilmiş bulup, kızdığın hayat daha neler gösterecek dur bakalım diyenleri anlıyorsun... "Yaşlı" kelimesi yerini "olgun"a bırakıyor lügatında, deneyime saygı duymayı öğreniyorsun. O andan sonra yaşadıklarına bu gözlüklerle bakmaya başlıyorsun.

Hikayedeki tüm diğer oyuncuların, senin hikayen bakımından misyonlarını yerine getirirken; aslında kendi hikayelerinde bambaşka dersler aldıklarını görüyor ve diğer oyuncuların neyi, neden yaptığından çok kendi hikayende neler olduğuyla ilgileniyorsun.

Dünyayı anlama yolculuğunda bir adım daha büyüdüğünü hissediyorsun, yarın bu halini de minik bir kız çocuğu olarak hatırlayacağını bile bile...


Hayat Bir Oyun Sahnesi

Daha dün gibiydi hatırlıyorum,
Dans edip oynayıp eğleniyorduk.
Bir gün tüm bunların biteceğini,
Hiç akla getirip düşünmüyorduk.

Dünya sanki bir tiyatro sahnesi,
Bize düşen rolü hep oynuyorduk.
Birgün ışık sönüp perde inecek,
Oyun sona erecek demiyorduk.

Skeci biz yazmadık ki bilelim,
İçimizde umut hep gidiyorduk.
Hayat ne getirir, ne alır bizden;
Muamma çözmeyi hiç bilmiyorduk.

Farkına vardık ki vaktimiz bitmiş,
Bir meçhule doğru biz gidiyoduk.
Acaba seyirci hatırlar mı hiç,
Rolü iyi oynadık mı diyorduk.

Vahit Aydemir




Ocak 08, 2012

Allah unutturmasın!

Tüm yorgunluk ve uyku arzuma rağmen gece; dosta sarf edilen göz nuru ve şu satırlarla başlamıştı :' Gecenin koyu karanlık koynunda kitaplarımla yaşadığım Aşk'tı beni ben yapan; bu masalsı dünyanın şövalyesi olduğunu hissedenlerdi gece uyuyamayan...' ama gel gör ki Yekta Kopan yine bam telimden yakalayıp en katı halimi çözüp yüreğimi cızz ettirmeyi başardı.
Sesiyle 'Sid'iyle, öyküleriyle, kurduğu her cümlesiyle o kadar ben ki, o kadar aşk ki... Cin biberi yemek gibi onu okumak; hatıraların damağımda tatlı bir acı bırakacağını bilmek ama yine de yemek...
Oysa; ortada hatırlanacak tek bir hikaye ve yaşanacak tek bir his var. Hani çocukken bayram harçlıklarıyla herkes değişik bir oyuncak alır ya, alırsın sen de tüm arkadaşların gibi aldığın şeye de bağlanırsın ama sonra bi bakarsın herkes mutlu mesut oynarken senin ki kırılmış; çünkü çocuksun kaliteye bakmamışsın sevmişsin almışsın. Oyuncaksız kalışına mı üzülürsün, için için de bilirsin başka oyuncağın aynı tadı vermeyeceğini; aldatılmışlık mı kemirir içini? Bir bundan sonra onun olmayacağına üzülürsün, bir hayatında var olmuş olmasına üzülürsün. Aynısından almak, başka oyuncak almak hiçbiri bunu geçirmez; tek doğru vardır: büyünce unutursun... Büyürsün çağın değişir, bambaşka bir oyuncak ilgini çekmeye başlar; ancak yeni bir hayal kırıklığı unutturur bunu. Ya unutur daha fenasıyla başa çıkarsın ya da herşey yolundadır ama dönüp baktığında o oyuncağını hep hatırlarsın...
Ve çocukluğun şaşmaz kurallarından biri daha devreye girer; büyükler daima haklıdır ve onlar da bu durumlarda hep şunu söyler; 'Allah unutturmasın!'