Kasım 28, 2010

dengeler değişince..

Yıllar yıllar önce, mini miniş bir kelebek vardı içimde.. işte o yok bugün, yorgunum dinlenesim var. esasen çok yorgunum! bu yorgunlugum ne zaman geçer, karamsar değilse de durgun bir yorgunluk var üzerimde. evet sibelium çarpıyor ama daha ziyade, yeniliklere adaptasyon süreci çarptı beni. uzun zamandan sonra hayatımdaki dengeler daha önce istediğim yönde değişti. ailemle aram düzeldi ve gerçekten bireysel olarak herkesin kendi halinde mutlu olduğu bir hale bürünmeyi başardık, en azından şimdilik! bu benim hayatımda bir ilk, evet ilk defa hayatımın aile bölümü yolunda gidiyor. şaşkınım, mutluyum sürmesini diliyorum.
şunu farkettim ki herkes dengiyle mutlu oluyor ve bizimkilerin sorunu denk olmamaları... ne annem yıllar önceki annem gibi davranıyor ne de babam; ama bir o kadar da aynı davranıyorlar. insan ne kadar çok değişiyor karşısındakine göre.. neyse herkes kendi halinde mutlu ya..
ama dedim ya şaşkınım, aile iyi gidiyor, dersler vize sonuçları açıklanınca belli olacak, arkadaşlarımdan kimseyle henüz görüşemedim okulda rastlamak dışında, evimle ilgili önceden alınanlar takıldı ama bici bici yerleştircek keyfim yok, genel olarak ne yaptığım hakkında da fikrim yok. seyirci koltuğunda oturuyorum, sahnede değilim ve çıkmak da istemiyorum.
ruhum çok yorgun, kapadı kendini istesem de hayat sahnesine çıkamıyorum; ya migrenim tutuyor ya uyku basıyor. ruhum sadece sessizlik ve huzur istiyor ha bi de uyku...
bu halim ne zaman geçecek bilmiyorum ama ihtiyacım olan bu sakinlikten sıkılıyorum. aksiyon filminin ortasında manzara resmi fonuyla klasik müzik dinletisine mağruz kalmış gibiyim, şaşkınım!
Öğrendiğim ve unutmamayı başarmayı umduğum ilke; herşey olacağına varır, hayırlısı olsun, akışına bırak!

Kasım 20, 2010

Yoruyor

Millet memleketine dinlenmek için gidiyor; ben bilakis yoruluyorum. Enerjim tazelenmek yerine düşüyor. Destek olmaya, paylaşmaya çalışıyorum; bir süre sonra kendi enerjim bitiyor. Bencil olmayı öğrenebilsem hiç sıkıntım kalmayacak oysa..
Her Hatay ziyaretinde olduğu gibi, uzunca bir süre buralara gelmeme kararı aldım. Zira üzülüyorum durumlara. Sinirlenmiyorum artık sadece üzülüyorum, kendi adıma bile değil üstelik.
Ah bea blogum, yazın staj işi olsa da buralardan kaçsam azcık.. Ecnebilerle farklı kültür yaşasam, belki kafam dağılır..
Migren sonrası yeniden doğmuş gibi olmam lazım ama ben de ölmeme 2 dk varmış hissiyatı hakim..
Herşeyin hayırlısını herkes için diliyorum, kendim içinse bencil olabilmeyi öğrenmeyi diliyorum.

Kasım 11, 2010

home home sweet home

Evim bana o denli bir huzur veriyor ki, hayatımın hiçbir dönemi bunca huzurlu olmadım. Kapımı kapattığım anda tüm dünya dışarda kalıyor. Beşiktaştaki evim gibi, kafamda bir üdnya şey yok; evet o evi de seviyordum ama kafamda onlarca sorun olurdu. Şimdi kapıdan girdiğim anda tekil bir dünya karşılıyor beni, kimseye yer yok burda, o kadarki kafamdaki sıkıntıların hepsi de kapının dışında kalıyor. Evim seni çok seviyorum...

Ekim 09, 2010

Bakışım..

İnsanlar ne ilginç yahu, kendim kadar ilgincine rastlamadım ama yakını buldum. 987654321. Emre döneminin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Sebep de olanlar da bana artık o kadar benzer geliyor ki... Umrumdışı, bu ara pek çok şey gibi. Ondan öğrendim bunu yapmayı çok teşekkür de ederim kendisine; hayatımı kabulleniyorum. Evet evet bunu geliştiriyorum. Artık olanları kabullenme yoluna gidiyorum, öyle oluyorsa vardır birşey. Hayırlısı olsun diyebilmek. İşte tüm mesele bu.
Çok güzeldi, iyiki yaşandı, hayırlısı olsun...
Şaka maka film gibi hayatım var, herkese nasip olmaz bunca renk. Ölmeden yazıcam tüm yaşananları bir kütüphane olur heralde (:

P.S: Erdim lan galiba?! :D

Temmuz 22, 2010

Deli...

Bana kötü davranıp durma
Zaten iyi değilim
Beni anladığınıda hiç sanmam
Kimbilir kaç taneyim
Ne seninle oluyor ne bensiz
Ne kendimle mutluyum ne de sensiz
Aklımla çözemedim bu işi
Deliye vurdum deliliğe vurdum kendimi
Anladım kararsızım yaralarıma yarasız
Islığımı fısıldamıştım şişeye
Kıyıya çığlığım vurmuş
Dokunulmayalı çok olmuş ki
Kalbim kuş yuvası olmuş
Doluya koysam almıyor
Bu bardak hep yarım dolmuyor
Aklımla çözemedim bu işi
Deliye vurdum deliliğe vurdum kendimi
Anlayan el sallasın bana merhaba der gibi
Beden gitmeye teşne hayat kal der gibi (F_D)

Temmuz 12, 2010

Müteşekkirim...

Asiydim ben, başkalarının koyduğu kuralların nedenini ısrarla sorgular, bunlardaki mantık hatalarını bulur, hatalı gelen kurallara asla uymazdım. Kendi yapmak istediklerim, kendi hayatımı yaşama çabam tüm diğerlerinden üstündü. Tecrübeleri dinler, babamın deyişiyle; sıcak denilen sobayı illaki gider eller sonra kabul ederdim.
Kitap okumayı da fazlaca severdim, kütüphaneden alınan kitapları süresi öncesi bitirir yenisi diye tuttururdum. Babam gece yatmadan okuyabileyim diye başucu lambası yapmıştı bana, kitapla olan dostluğumuz gece ışığı kapatmaya kalkmaya üşenmekle bölünmesin diye.
Tam bu anlarda hayatıma bir kadın girdi; asiydi, özgürlükçüydü, özgürlüklerin sorumluluk getirdiğini bilir sorumluluktan kaçmazdı. Benim gibiydi, ben çocuk o ise kocaman bir kadın. Demek herkes büyüyünce muhteşem yemek yapamıyor, evin temizliğini meziyet saymıyor, istediği şeyleri yapmaya devam edebiliyordu.
Kitaplarını tek solukta okuyup, beni anlayan birinin varlığından mutlu oluyordum. Gelecekte ne olacağımı tam bilemesem de, yaşam biçimimi biliyordum. Benden beklenen toplumsal rollere karşı, kendim olacaltım. Onun gibi, Duygu gibi...
Nitekim ne zaman zora düşsem, ondan aldım cesaretimi; ne zaman sıkışsam kendimi onun desteğiyle derslere verip; ekonomik bağımsızlığımı elime alınca tüm sıkıntılarımdan kurtulacağımı düşünerek uzaklaşıyordum.
Bugün kendi hayatımı bağımsız sürdürebiliyorsam, İstanbul'daysam, araştırıyor, öğreniyorsam, Aşık olabiliyorsam; O'nun sayesinde...
Teşekkürü borç biliyorum O'na, benim ve yüzlercemizin hayata tutunuşunu sağladığı, feminizmin erkeklerden nefret etmek demek olmadığını gösterdiği, Aşk'ı bağımlılıktan ayırdığı ve bize bağımsız, özgür, aşk dolu bir yaşamın olacabileceğini göserdiği için...
Cennet diye bir yer varsa, mekanın cennet olsun Duygu Asena!

Kendini gerçekleştirme

1.Zamanı iyi kullanma (TimeCompetence)
2.Desteği içten alma (Inner Directed)
3.Kendini gerçekleştirmeye götüren değerleri benimseme (Self-Actualizing)
4.Varoluşsal hayat sürme (Existentiality)
5.Duygusal bakımdan açık olma (Feeling reactivity)
6.İçte geldiği gibi davranabilme (Spontanelity)
7.Kendine saygı duyma (self regard)
8.Kendini kabul edebilme (self acceptance)
9.İnsan tabiatı hakkında olumlu görüş sahibi olma (nature of man canstructive)
10.Dünyaya uzlaştırıcı bir gözle bakabilme (synergy)
11.Saldırganlık eğililerini kabul edebilme (acceptance aggression)
12.Başkaları ile yakınlık kurabilme (capacity for intimate contact)

(DR.Yıldız KUZGUN)

Temmuz 02, 2010

Halim nedir?

Uykusuzluktan kırılıyorum, 2 gündür 3-4 saat uykuyla idare etmeye çalışıyorum; ondan önce de 6 saatti uykum... Pilimin tükendiğini hissediyorum, sadece ben değil çevreden uyumam yönünde yoğun bir baskı da var! Biraz uyuyup dinlenmek iyi gelecek, dönüşe 3 gün kaldı; inanılmz bir tempo beni bekliyor. Yarışma, Çeşme'deki sunum gibi Ceza'ya yönelik ve benim için inanılmaz önemli projeler; STK stajım, uzaktan yürütmeye çalıştığım radyo ve yaz okulu... Bunların hepsini toplarsak haftada 12 gün ediyor, ne yaparsın ki hafta 7 gün... Neyse bunları düşünmek yerine yatıp uyumayı deniyorum. Sevgilerimle blogum...

Haziran 30, 2010

Hatay Tatili...

Tüm sıkıntılarımdan sonra, aile yanı tatili üstelik de aile gibi hissettiğim aile yanı tatili... Nasıl iyi geldi anlatamam, gerçekten dinlendiğimi hissediyorum. Geziyorum, ailemle zaman geçiriyorum. Herşeyden uzak, koşulsuz sevildiğim bir yerde... Mutluyum...

Haziran 27, 2010

Migren!

Yine bir migren kriziyle başbaşa bir gün!

Keşif

Keşfediyorum kendimi, her öğrenme sürecimden sonra yeniden... Bu kez farklı ama, ilk kez bir bütün halinde inceliyorum. Farklı dönemlere ait farklı hislerin gizli kalmış bağlantılarını araştırıyorum. Çözmeye çalışıyorum kendimi, bir başkasını çözmek kendini çözmekten kolaymış halbuki.
Her ne olursa olsun sonu, keşfe çıktım kendimi; bulduklarım beni mutlu eder mi bilinmez ama bilinmezliklerden ürkerim ben. Çok bilinmeyenli bir denklemim, bir bilinmeyeni ararken bulduklarını kaybedip duran...

Haziran 25, 2010

25 Haziran!

İlginç olacak, birazdan veya yarın bilmiyorum babamı arayacağım ve ondan hikayenin tamamını isteyeceğim... Tüm dinlediklerimi doğrular mı bütünü yoksa parçalı halinden farklı mı olur bilemiyorum. Hiç bilmediğim birşeyi öğrenir gibi...

Haziran 20, 2010

İçimden...

İçimden taşanlar yok bu akşam, içimden buharlaşanlar var...
Hayat içerisindeki rolüm nedir? Bu sorgulamayı yazacağım yakın zamanda blogum...

F.D

Feridün Düzağaç, herkes tarafından bilinmez bizim için özelken ne güzeldi. Şuanda çok keyif alıyorum ki o zaman hem güzel hem özeldi keyfi de bambaşkaydı. 'Lavinyayı biliyor musun?' la derinleşirdi muhabbetler...
Ne zaman hüzünlensem yine o koşar gelir, o şikayetlendikçe ben yalnız hissetmem kendimi. Hayatımın içindedir sanki... Tamam Candan hayatımı anlatır, Teo'ya bayılırım ama bu adam yol arkadaşıdır.
Herkesin sevmemesini de ayrıca severim, zira eşeğin hoşaftan anlamadığını ortaya koyar.
F.D başkadır, candır!

PMS

Ayın bir günü tüm hayatımı sorgulatıyor bana, duygularım allak bullak oluyor. Karın ağrısı, migren tehditi yetmezmiş gibi, bir de duygularımla uğraşıyorum. Uğraşıyorum doğru kelime değil aslında, uğraşabilmem için ne hissettiğimi ve neden hissettiğimi tespit edebilmem lazım. Edebiliyor muyum? Tabii ki hayır!
Misal şuanda neden bu kadar çok ağlamak istiyorum?
Hayatımdaki olumsuzluklar mı dedim, ama kesinlikle değil. Bu daha bir aşk acısı, daha bir soyut, daha bir garip... Hani aşk acısı modunda olur ya, onun gibi ama tam öyle de değil. Küçük çocuğun çok içerlemesi gibi daha çok. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğim...
En sevdiğim oyuncağım kırılmış gibi, mırmır ölmüş gibi, anlaşılamamışım gibi ya da hepsinin toplamı gibi...
Sebebini düşünüyorum ama yok, keyif aldığım bir melankoli hali var sadece.
Kendimi seviyorum, iyiki kadınım; ama kendimi çözemiyorum?!

Haziran 17, 2010

İmge dünyam

Sadece sıfatların veya benim onlara yüklediğim anlam sebebiyle hayatımda önemli bir yere sahip olup, sadece kendilerini değil benim hayatım açısından o ettikleri ifadeyi de anlamsızlaştıran insanlara karşı çok yoğun öfke hissediyorum, bulsam bir kaşık suda boğacağım kadar!
İmgesel dünyayı gerçek dünyadan ayırıp, gerçekte tanımlı kimseyi imgesel dünyaya sokmamak! Manadan yoksun kelimelerden başka birşey değil, bazı sıfatlar...
İmgesel dünyam huzurlu, gerçek dünyam mutlu...

Haziran 16, 2010

Hoşgeldin...

İnsanların karakterleri dışında bir de bağımsız olarak ifade ettikleri anlamlar vardır. İmgesel anlamlar kişilerin önüne geçebilir bazen... Ama zaman ayıklar imgeleri gerçeklerden!
'Can'a yüklediğim anlamı sonuna kadar hak eden ve imgesinden daha CAN EmreCAN'ım iyi ki varsın!
Yokluğunda özlendiğin hayatıma yeniden hoş geldin(:

Sabır sabır ya sabır!

Birşey bir yerden aksi gitmeye başlarsa, arkası çorap söküğü gibi gelmeli illa!
Giremediğim sınav için raporumu kabul etmediler, yarın tüm gün bu saçlmalıkla uğraş dur, o da kabul ederlerse keyifleri isteyip de... Hayır ben aptalım, git bir özel hastaneye ver 100 lira al 1 günlük geçerli rapor ne uğraşıyorsun, GATA'daydım hastaydım diye...
Dün sesi sedası çıkmayan sevgili annemin, dün davayı açtığım tahminiyle, bugün davayı açıp açmadığımı sorması ve sonrasında madem açtın göndermiyorum demesi nedir peki? Sanki bilmiyorduk böyle olacağını, sabıııırr!
Harika zamanlar geçireceğim çok açık şekilde görünüyor; STK staj başvurum da yaz okulu yüzünden reddedilsin de madem tam olsun, hatta yarışmaya da katılamayım o da bir yerden iptal olsun.
Bu kadar negatif bir yazı yazmak istemezdim blogum ama gerçekten bir uğursuzluktur gidiyor.
Son söz, öldürmeyenler güçlendirmek içindir; bu dönem de biticek ve bitince daha büyükleriyle başbaşa kalacağım ne hoş (:

Haziran 08, 2010

Yoruldum

Bir rüzgara kapıldım gidiyorum
Sonu hayır mı Şer mi bilemiyorum (x2)

Hem çok seviyorum dostlar başına
Hem sıcak demir aşk olsun tutana

Hem çok seviyorum düşman başına
Hem sıcak demir aşk olsun tutana

Ben yoruldum
Söyle senin gücün var mı hala
Kac yenilgi var
Söyle ömürde Allah aşkına

Akışına bıraktım gidiyorum
Sonu hayır mı Şer mi bilemiyorum (x2)

Hem eriyorum günden geceye
Hem kapı duvar verilmiş sözlere (x2)

Ben yoruldum
Söyle senin gücün var mı hala
Kac yenilgi var
Söyle ömürde Allah aşkına.. (x2)(Sıla)

Haziran 05, 2010

Hayat bilgisi kitabı; aile tanımı?!

Bu aile denilen şey, ne kadar ilginç bir topluluk... Farklı karakterler, farklı yaşam biçimleri ama genetik ortaklık ve kan bağı birliği. Anne ya da baba olmak insanları değiştirmiyor, son yıllarda kabullendiğim bir gerçek varsa; o çocukkenki büyük birşey yapıyorsa doğrudur yok! Anne-baba da sapıtır, aşk acısı çeker, bunalıma girer, ergen tripleri yapar! Hayat bilgisi kitapları halt etsin!
Gariptir ki, çok eskiden yaş grupları varken kafamda, hani anneannemin arkadaşları daha yaşlı ya daha olgundur, annemin arkadaşları, benim arkadaşlarım gibi; artık yok, benim arkadaşlarımdan biri anneannemin arkadaşlarından olgun olabilir. Yaşanmışlıktır olgunluğu veren, armut da dalda duruyor ama olgunlaşmıyor.
Bir de ekonomik bağımsızlık hadisesi var tabii, ne kadar bağımsızsan o kadar iyisin o kadar yakın olalım, yok ne kadar bağımlısın aman neme lazımsın!
Şanssızlıkların içinde şansı barındırır, denge felsefesi... Her ne kadar süreç çok yıpratıcı olsa da, her gün kavga edeceğime bir kere davalık olmaktan pek de şikayetçi değilim galiba. Sözümün bir anlam ifade edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacım varsa buyrun mahkeme kararı! Herkes hayatını bilsin, kimse kimseye bağımlı olmasın; mahkeme kararını versin biz uyalım, peki bakalım!
Gün gelir devran döner, çarklar tersine işler; o gün yaşadıklarımı hatırlatman için yazıyorum sana blogum!

Haziran 02, 2010

Heyoo!

Radyoya geri dönüyorum, gerçekten sevdiğim bir işi keyif alarak yapacak olmak ve camiadan gerçekten arkadaşlık kurmuş olduğumu görmek beni çok mutlu etti. Bugün gerçekten radyoculukta 'profesyonel'liğe daha da yaklaştığımı gördüm. Bu işte marka değeri olmayan kimse profesyonelim diyemese de, sektör içinde kendime yer bulabilmek muhteşemdi! Bekle beni radyo geri dönüyorummm!

Mayıs 30, 2010

Mikrofon Aşkı

Bugünlerde içimdeki mikrofon aşkı, yaz aşkı gibi dayandı kapıya. İlla ki, bir mikrofon bulacak, illa ki sesini duyuracak. Nasıl bir tutkuysa bu, bağımlılık nerdeyse. Belirli periyodlarla da olsa mikrofonuma kavuşmalıyım! Yataklara düecek değilsem de özledim mikrofonumu, belki bugüne kadar özlediğim birçok metadan daha fazla... Kaancan'dan özür dilerim ama bugünlerde mikrofonumu daha çok istiyorum. 'Emniyet şeridinden gidenlerin kaynanası uzun yaşasın.', 'Guiza anasını da alsın gitsin.' istiyorum!
Boş da durmuyorum ne yalan soliyim...
Görüşüyorum, evet birkaç radyoyla görüşüyorum, ısrarcı değilim ama; sadece bir görünüp bir kayboluyorum. Olursa kadersel olsun diye(: Esasen; medya sektörü sarkıntılıklarından fenalık geçirdim, tedbirliyim. İşe alınacaksam, uzak dururken de alınırım, alınmazsam da stajımı yaparım modunda bakıyorum. Bakalım kısmet...
Yine hayalimi kurup, bıraktım kendimi kaderin şefkatli kollarına...

Mayıs 29, 2010

Mutlu Haftasonları

Her ne kadar final dönemi de olsa, her ne kadar ders çalışma veya finale girme üzerine kurgulanmış da olsa, güneş tüm bulutları üzerine çekip kendini kapasa da; bugün cumartesi hepimize mutlu haftasonları...

Mayıs 26, 2010

Bir varmış bir yokmuş...

Şarkılar yetmeti, sen yetmedin
ben yetmedim ah ne rüyaymış
sonsuza sürermiş bir aşk masalıymış
hepsinden farklıymış hepsi güyaymış

bir kadın tanıdım her kime dokunsa
günleri farketmez beni aldatırdı
uykuma girerdi rüyalarımdaydı
alır karşına aşkı anlatırdı

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş
bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş

mevsimler geçiyor dönüyor dünyam
içimde aşkın ateşi sönüyor
bir yangın yeridir eskiden kalbim
sular altında can çekişiyor

bir kadın tanıdım adını anınca
içimde kuşlarım dansa başlardı
uykusuzdu geceler yıldızlar altında
başım hızla döner aklım yavaşlardı

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş
bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş (F_D)

Hayat müzik, hayatım müzik


'Uzansam
Çocukluğuma dönsem
Derinlerde gizlenmiş yaralarımı görsem
Bir bıçak yarasıyla acısız kalsam
Oyunlar oynasam sahnesiz maskesiz
Kumdan kalelerime dalgalar vursa
Kağıttan gemilerimin tayfası olsam
Yıldızımı okşarken bir uçak geçse düşümden
Avaz avaz bağırıp sesimi duyursam

Ah çocukluğum camdan duvarlarım
Portakal çiçeği kokulu heyecanlarım
Kuş tüyüydü düşlerim umutlarım
Hani nerde arsızlığım umarsızlığım' demiş. Nasıl da güzel anlatmış, özlemi...

Blogum, Feridun Düzağaç'ın, Teoman'ın, Candan Erçetin'in, Düş Sokağı Sakinleri'nin, Amy Winehouse' un hayatımdaki yerini düşündüm de; her halde hayatım bir film olsaydı her bir sahnede bir şarkıları çalardı. Geçişlerde Şebnem Ferah duyulurdu, 'Kadın' sesiyle...
Hayallerimin fonu Gündoğarken'den gelirdi. Sahilde hayal ederken kendimi, belki dekore ederken evimi...
Eski türk filmi müzikleriyle, ilk evimi kurarken gürünürdüm. Mutfakta 'Senden başka'yı söylerken...
Radyo serüvenimin başlangıç anı yağmurlu o günde, Göksel'in 'Yarabbi şükür' ü çalardı o günkü tesadüfle... İlk yayınımın açılışını yapardı, 'İsyan'la Ferhat Göçer.
Pink Floyd, Edith Piaf, Pink Martini, Cold Play, Ezginin Günlüğü, Atilla İlhan karşıma çıktıkça hayatım lezzet kazanırdı, hüzünlenmekten keyif almayı öğrenirdim.
Çocukluğumun şarkısı; İzmir tatiline giderken 'Hoşgör sen, affet gitsin aldırma' derdi Ajda'm... Çocuk aklımla ders çıkarırdım şarkıdan, idolum olurdu sonra Ajda. O'nu dinlerken küçük yaşlarda Duygu Asena'yla tanışırdım. Kız çocukken olur, büyüyünce 'Kadın' olacağım derdim.
Olmazsa olmaz sahnesi filmin; 'Gülümse' yi dinleyip anneanneme küserdim. Yanlış anlamama teyzemler gülerdi onlar gülerken ben kedimin olmadığına daha o yaşlarda üzülmeye başlardım.
Film tıpkı çağrışımlarım gibi, bir sıra izlemezdi. Git-gellerimi anlatırcasına, bir o anıya bir bu anıya giderdi; ama saçımdan, yüzümden, bakışlarımın değişiminden hangi an olduğu anlaşılırdı.
Sezen, sarmalardı beni. Dalga geçer gibi, 'Sarı odalar' çalarken, ailemin parçalanışında.
Şarkılarla, müzikle, çalınışındaki manayla tanışışımda babamın müzikleri çalmalıydı. 'Gönlümün Sultanı'sın deyişini bana, kimseyle paylaşmamışken...
İnsanı ayakta tutanın dostluk olduğunu anlasaydım, 4 yataklı odada 3 kişi bir yatağa sığışmışken; yıllığım yazılsaydı, çiçekler kaçıncı açışında neler yaşayacağız diyen fonda 'Arkadaş' çalarken...
İreMM'li sahnelerde Ayna çalmalıydı, anlatmalıydı o günkü hisleri...
'Bahar' çalmaya başlayınca tüm bunlar karmaşık bir şekilde akarken perdede, seyircinin kafası karışsaydı; güzel bir anımı anlatılacak, yoksa burdan sonraki dönüşüm mü anlatılacak diye...
'Coming Soon' yazısı belirseydi o anda; devam filmi soru işareti kalsa akıllarda...

Belki yüzlerce şarkı, yüzlerce anı geçmeli böyle, yazılmayan...

Mayıs 25, 2010

Masal

Burkar içimi bir sızı içim boğulur
Sanki peri padişahının kızı
Bu kadar naz, sabır kalmaz
Etme ne olur

Sarkar içime bir hasret içimde durur
Sanki anka kuşu musun mübarek
Kavurup kasıp, sırra kadem basıp
Gitme ne olur

Masal bu ya oldu ya
Cezbime tutuldu ya kaçma
Böyle biri karşına kaç kere çıkar

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Bak yaş oldun didemin ucunda varsın
Ak sinemin sinemin içini sar

Burkar içimi bir sızı içim boğulur
Sanki peri padişahının kızı
Bu kadar naz, sabır kalmaz
Etme ne olur

Bu hayal meyal masal hep okuduğum mu
Seni ejderhanın elinden alıp koruduğum mu
Hani kahramanlar gibi sevecekken seni
Masal bitti yaş akacak bak farketmedin mi?

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Bak yaş oldun didemin ucunda varsın
Ak sinemin sinemin içini sar

Yalnız varsız demektir
Elsiz kolsuz demektir
Kalan yalnız kalırsa
Giden insafsız demektir

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Sen bitmişsin kuşlar gider
Dostlar gitmiş
Bir varmışsın, bir yokmuşsun (Y)

Mayıs 24, 2010

İmgelerimi döksem...

İmgeler ne kadar önemli hayatımızda, uzaktan ve duygusuzca baktığımızda basit görünen nesneler aslında ne kadar önemliler...
Kaancan; bir oyuncak ayıdır kendisi ama çok daha fazlasıdır aslında... Kaç dönemin tanığıdır o, kaç dönemin sırdaşıdır, üzerinde kuruyan göz yaşlarıyla temizlenmiş, mutlulukla havaya fırlatılıp tutulurken tazelenmiştir. Yurtlar görmüş, kimleri tanımış, ne olaylarda bana destek olmuştur. Bugünlerde en çok özlediklerimdendir, İrem'den sonra...


Fatoş bebek; çocukluğumun favori bebeğidir, ismini hediye eden halamdan alır... Çocukluğumun imgesidir, 6 yıllık prensesliğimin şahididir. Fotoğraflarda kalmışsa da, bana o günlerin varlığını ispatlar. Şımarık prensesin, uyuttuğu bebeği, oynadığı arkadaşı, paylaştığı sırdaşıdır; evdeki şımarıklıkların mutluluğunu, mor sandalyeyi kapamanın hüznünü saklar.


Öncelikli nesnelerim, imgelerim, yalnızlığıma aldıklarım...

Kendime terapi...

Hayat denilen şeyin binlerce katmandan oluşması ilginç değil mi? Her bir katmanda ayrı hayatlar, ayrı yollar...
Doğduk ve bugüne kadar belli bir çerçevede geldik belki; belki de bugüne kadar bile katmanlar değiştirip durduk. Aynı katmanda bile farklı yollara girdik.
Çok ilginçtir ki, o gün yediğimiz şeyler bile hayatımızın gidişatında küçük de olsa birşeyleri etkiliyor. Protein ağırlıklı yenilen bir yemekten sonra yapmak istediğimiz aktiviteler ve oralarda karşılaşacağımız olaylarla; karbonhidrat ağırlıklı yediğimizdeki birbirinden farklı.
Uyku zaten başlı başına fark yaratan bir etken; az uyuduğumuzda verdiğimiz tepkiler farklı, çok uyuduğumuzdakilerden. Az uyuduğumuzda bilinçüstü uyuma isteğine yenik düştüğünden, daha çok bilinçaltı ile yani daha ilkel hareket edebiliyoruz.
Peki bunlardan hangisi biz oluyoruz, hangi fiziksel koşullar altındayken ve buna bağlı ruhsal durumlardan hangisindeyken yaptığımız tercihleri baz almalıyız?
Uyku ve yemek düzeni yerleşik ve sosyal hayatı yolunda giden bir halde olduğumda; enerjik ve hayata dair pek çok şey yapmak isteyen şirin kız oluyorum. Herhangi bir sistemimde bir eksiklik olduğunda; aksi, ters ve tutunamayan olabiliyorum. Hangisine göre kurmalıyım hayatımı peki?
Bu kadar basit bir açıdan değerlendirildiğinde bile temel ayrımlara yol açan etmenleri daha büyük daha etkili şeyler açısından düşünürsek?
Hangi şehir, kimlerin yanı, hangi kültür, hangi o, hangi bu...
İlginç bir karmaşa bu, fazla empatik olmanın da getirdiği...
Kendimi bambaşka insanların yerine koyarak düşüne düşüne, birçok şeyde tercih yapmaz oldum. Tabii ki hayatımda temel tercihler ve bir ben var; ama kendime yaptığım yüzlerce eleştiri ve bitmek bilmeyen bir gelişim daha ağır basıyor.
Nereye kadar geliştirmek kendini peki?
Nereye kadar kendini doğru görmek isteği?
Kendi hatalarımı değiştirmeye çalışmak yerine kabul mu etmeliyim? En kötü karar, kararsızlıktan iyi midir yoksa?
Kimi insanlar gibi, gelişimimi bir yaşta dondurmalı mıyım, yoksa bu yolun sonuna kadar gitmeli miyim?
Bu yolculuktan ne kadar şikayet etsem de zaman zaman, beni ben yapan şey bu yolu seçmiş olmam!
Evet, ara ara böyle yazılar yazacağım ve tekrar okumadan yayınlayacağım. Evet, kafamın karışıklığını basamaklar çıktıkça görmek isteyeceğim. Evet, zaman zaman o basamaklardan aşağı geri de düşeceğim. Ama hayatım devam ettiği müddetçe bu yolculuğu sürdüreceğim, kendimi ve insanları anlama çabam; ancak mezarda son bulacak!
Peki bu yolculuğun bu etabında ne olacak?
Düşünmeden gitmeye çalışmakla, istemediğim bir hayatı yaşamak zorunda kalmak istemiyorum!
Üniversite çağında, hayatımın geri kalanını belirlerken buldum kendimi... Bugüne kadar, şeçeneği olmayan yolum buydu sadece ve o da bitti. Burdan sonra yapacağım iş, çalışacağım yer, yaşayacağım şehir, stilim, evim, dekorasyonum ve binlerce 'Kader'imi etkileyecek tercihlerim var önümde.
Sahip olduklarım mı, hayal ettiklerim mi? Hangi doğrultuda çizmeliyim bunları?
Belki de bunları düşünmeden önce kabul etmem gereken bir gerçek var ki, ilk defa bunu kabul etmeye hazır hissediyorum kendimi; sanırım çocukken verdiğim hayatta kalma savaşı sırasında içimdeki çocukla ilgilenme fırsatı bulamadım ve büyüyen yanım içimde kalan çocuğu istediği doğrultuda büyütmeye çalışıyor. Çocukken içimde konuşup duran o sesti belki, hayatını değiştir bu ortamdan kurtulman için ders çalışman lazım diyen... O ses şimdiki beni oluşturdu ve sessizleşti, artık tercihleri bana bırakıyor. Burdan sonra hayat tercihlerden ibaret diyor.
Peki ne yapayım? İçimdeki çocuğa ne öğreteyim? Ona hayatı pozitif öğretsem, olumsuzluklara kırılır mı? Benim yaşadıklarımdan öğrendiklerimi bilmemek, silahsız bırakır mı hayatta onu? Peki, tüm olumsuzluklarını bilirse dünyanın inancı kırılmaz mı?
Koşullarıma göre mi öğretmeliyim, yoksa hayalerime göre mi ona dünyayı?
Kaç eli bak bunları sıkı sıkıya tutabilirsin diye tanıtmalıyım ona?
Fazlaca düşünmeden yaşamayı mı öğretmeli yoksa, olumlu dünya perspektifi içinde?
Yolcularının kafalarındaki soruların cevabını aramak için bindikleri bir tren gibiyim; şehirler, ülkeler geliyor geçiyor içimden. Aidiyetim yok, sahibiyetim yok, paylaşımlarım sadece çok...

Not: İçimdekileri dökmek için yazdığım birkaç satırdı, kendime yabancı bir gözle bakıp değerşendirme yapabilmek için tekrar okumadan ve hiçbir düzeltme yapmadan yayınlıyorum. Okuyanların da yargılamadan, belki anlamaya bile çalışmadan okumalarını rica ediyorum.

Hayat bir yoldu; YÜRÜDÜM

Yürüdüm adım adım
Masallardan ışık aldım
Güleç yüzüm mahçup kalbim
Kıpkırmızı yürüdüm
Yürüdüm aşık oldum
Yürüdüm kaşif oldum
Öğrenmekle geçmiyor hayat
Ağırlaştım yürüdüm

Yürüdüm babam öldü
Yürüdüm kızım oldu
Bazen bahar bazen kara kış
Sızım oldu yürüdüm
Yürüdüm evsiz kaldım
Yürüdüm sensiz kaldım
Hiç gitmez sanıyordum
Sevgi gitti yürüdüm

Yürüdüm alev aldım
Yürüdüm kül olup kaldım
Gül bahçelerinden geçtim
Dikenlerde yürüdüm

Yürüdüm oyun oldum
Gerçeğim oyun oldu
Ardımda bir çocuk kaldı
Dönüp baktım yürüdüm
Yürüdüm avaz avaz
Yürüdüm çığlık çığlık
Boğazımda yaşlı bir hıçkırık
Yutkunarak yürüdüm

Yürüdüm savaş oldu
Yürüdüm yarış oldu
Kaybolmaktan korktuğum dünya
Bir karış oldu yürüdüm

Yürüdüm dur dedi tanrı
Yaşanacak neler kaldı
Anlat dedi ne anladın
Siyah beyaz yürüdüm
Gözümün önünden geçip gittim
Bulutlara yürüdüm
(F_D)

Mayıs 21, 2010

Ben/parçalar

Finaller gelmiş burnumun dibine, tüm haftasonu morçatı eğitimiyle dolu, pazartesi görünür radyo yolu... 24 saatlik gün ve 7 günlük hafta yeterse finallerim iyi geçecek.

Mayıs 18, 2010

Orta şekerli halim?!

Hayatımın iniş çıkışlarından keyif almaya başlamış olmam; bir şekilde büyümek, alışmak mı yoksa ciddi ciddi hislerimi mi kaybediyorum?

İlginç bir şekilde üzülmüyorum, ilk an sinirlenip sonra geçiyorum ve yeni duruma yönelik çözümler üretiyorum. Sanki bir tiyatro oyununun içindeymişim gibi, sırası gelen olayı yaşayıp önüme bakıyorum. Sahiplenip hayatımı,üzülmüyorum. Sahip olmadıklarımın hayali, sahip olmaktan daha çekici geliyor.

Bu aralar fazlaca uyumak istiyorum, gördüğüm rüyaların çoğunu hatırlayamıyorum. Hissizleştim, kendimi anlayamıyorum. Olan herşeye, belki kaderci belki 'farketmez'ci bir yaklaşımla öyle olması gerekiyormuş öyle olmuş tepkileri veriyorum.

Kendime şaşırıyorum; ben ki fevriyimdir, ani iniş-çıkışlarla ani tepkiler veririm, hislerimi sonuna kadar yaşarım, solana kadar ağlar, yeşerene kadar gülerim. Bu orta şekerli halime alışamadım.

Bu halimden hoşnutum da üstelik, hep etrafta orta şekerli insanları görür özenirdim, hayat geçip gidiyor dokunamıyor onlara diye. Bunları yazarken de düşünmüyorum; orta şekerli mantıklı bir halde yazıyorum sadece.

Bu kadar hissiz ve huzurluyken, yapmak istediğim tek şey kumsalda uzanıp dalga sesleriyle uyumak...

Mayıs 17, 2010

Günaydın

Günaydın blogum...
Yeni kocaman bir hafta başlıyor, bu hafta herşey hepimiz için muhteşem olsun!

Mayıs 09, 2010

Kırık Kalpler Durağında...

Candan Erçetin yine birbirinden keyifli şarkılardan oluşan bir albüm yapmış, dinlemeye doyamıyorum. Hayata bakışını yansıttığı albümlerden biri daha... Hatun kelimesinin hakkını veren kadınlardan, evet O da Kova burcu. Hayır iyi olduğu için Kova demedim, Kova olduğu için bu kadar iyi. Her anımı, her hisimi anlatan şarkınlarınla iyiki varsın Candan!

Doğru Kimin Doğrusu

Yoldan çıkmak güzeldir
Çok konuşanlara inat
Belki biraz sır tutarak
Belki biraz da korkarak
Doğru kimin doğrusu
Yol dedikleri hangisi
Konuşanlar mükemmel mi
Onlar masum mu
Yoldan çıkmak güzeldir
Şöyle herkesten gizli
Belki biraz sessizce
Belki biraz da çekingen
Ama daha çok gururlu
Bunu yapabildiğin için
Kimseye kulak asmadan
Mutlu olduğun için
Farkında değil hiç kimse
Bu yaşayanın hayatı
Aslında yok kimsenin kimseye söyleyecek lafı
Kendi yanlışlığından ve zalimliğinden
Herkes yargılıyor başkasının hayatını
Yoldan çıkmış diyorlar
Doğru bulmuyorlar
Küçücük mutluluklara engel oluyorlar
Doğru kimin doğrusu
Yol dedikleri hangisi
Konuşanlar mükemmel mi
Onlar masum mu
Yoldan çıkmış diyorlar
Durmadan konuşuyorlar
Kendi yaptıklarını örtbas ediyorlar
Mutluluk herkesin hakkı
Yokki bunun günahı
Şu hayat neye yarar
Çıkmayacaksa tadı
Farkında değil hiç kimse
Bu yaşayanın hayatı
Aslında yok kimsenin kimseye söyleyecek lafı
Kendi yanlışlığından ve zalimliğinden
Herkes yargılıyor başkasının hayatını (C_Erçetin)

Anneler Günü!

Bugün anneler günü, sevmediğim özel günlerden biri... Anneler günü, sevgililer günü, o günü, bu günü ne farketti ki? Aşk'la bakan gözlere hergün sevgililer günü, anaç annelere her gün anneler günü! Her ilişki kendi dinamiğini barındırır içinde, kişilerin sıfatları muhakkak belirli bir durumu içeriyor diye birşey yok ki!
İnsanı gereksiz beklentilere sokup sonra her zamanki şeyler için üzülmesini sağlayan anlamsız günler topluluğu...

Mayıs 06, 2010

Tatlı rüyalar.

Kafama taktıklarımı geride bıraktığım günün akşamında huzurlu bir uyku için, tatlı rüyalar...

Okkalı'ya...

Bir dostun sıcaklığı başkadır, yanında olduğunu bilmek huzur verir insana. Sarar sarmalar...
Dostum, iyiki varsın!

Mayıs 05, 2010

The Bounty Hunter

Romantik komedi olsun ama komedisi fazla olsun romantiği aralardan biz hissedelim diye düşünenler için yine harika bir Gerard Butler filmi... Bu adamın oynadığı kötü bir filme rastlamadım, doğru söylemek gerekirse; gerçekten özenle seçiyor ya da o var diye bize güzel geliyor. Gerard yazmaya devam etsem ederim ya, Jennifer Aniston' a geçelim. Başarısı tartışılmaz gerçi ama bu filmde de gayet başarılıydı. Sanki artık biraz yaşlanıyor gibi, ekranda da artık ufaktan hissedilmeye başladı.
Filmin konsu tüm sinema sitelerinde çarşaf çarşaf yazıyorsa da, burnumu sokmazsam rahat edemem(:
İşine aşık gazeteci kadın ile eski polis yeni ödül avcısı bir adamın aşkı... Yanlış anlamalarıyla zevkli hale gelmiş film, klasik romantik komedi aksiyonlarından ziyade 'The Ugly Truth' daki o alaycı yaklaşım hakim.
En sevdiğim sahne ise, sanırım tüm hatunlarla aynıydı ama bu hepimiz için bir sır olarak kalsın, 'Aşk' lar kızmasın!
Kaçırmayın derim, iyi seyirler...

Günaaaydıınn!

Günaydın günaydın günaydın sevgili blogum!
Haftanın ortasından, haftaya güzel bir dalış olsun, muhteşem bir enerjiyle uyandım bugün evrene yolluyorum ellerini uzatanlar yakalasın!

Mayıs 03, 2010

Bu aralar...

Bloğum aslında sana yazmayı çok istiyorum; detaylı, uzun uzun, gerçekten... Oysa bu aralar yazamıyorum, evet birşeyler yazıyorum ama üstün körü geçiyor, nadiren derin derin yazabiliyorum. Son 5-6 gündür kendime erişemiyorum ki, içimdekileri yazıya dökebileyim! İlginç bir ruh hali içersindeyim, sanki ben uyuyorum ve zaman akıp geçiyor. Düşünmeden yaşamak diye bir şey varsa, işte bu aralar yaptığımdır. İyi midir kötü müdür bu halim geçmeden bilemem ama umarım beynim çıktığı tatili kısa keser.

Mayıs 01, 2010

Direksiyon Dersi

Hocayı kaçırıp, anadolu yakası turu attırmak, Tem'de 100 civarındayken hocanın bu mu hız demesi, 120 ye çıkmak, makasa da girelim demek, hocanın yarın söz demesi üzerine, capitol üzerinden başlangıç noktasına geri dönmek... Kurs arabasını geri vermek zorunda kalmak ama hızını alamayıp hocanın 19 yaşında jikleli arabasını almak, hocanın ayar vermek için arabayı yokuşta durdurtması, kaydırmadan kaldırıp çikolatayı kapmak :D Not: hocanın itirafı; direksiyon dersi böyle birşey değil, ilk defa başıma geliyor!

İzafiyet (Part 1)

Zaman ne kadar izafi bir kavram, modern, postmodern, doğru, yanlış,gelişim de keza. Kimin doğruları, ne yönde gelişim, hangi sistemin 2010 u?
Kendimi bilmeye başladığım ilk yıllara gidersek, o zamanlar benim için kesin doğrular olmazsa olmazlar vardı. Dünyada doğrular ,bunları bilen ve uygulayan insanlar vardı ve diğerleri yanlışta ısrar eden diğerleriydi. Gel zaman git zaman, şehirler, semtler, okullar, apartmanlar ve insanlar değiştikçe hayatımda; dünyada insan kadar çok düşünce, insan kadar çok doğru, insan kadar çok sistem ve insan kadar çok zaman olduğunu anladım. Ne aynı yerlerde yaşamak, ne aynı şeyleri okumak, ne aynı giysileri giymek, ne de aynı aile bireyleri olmak insanları aynı doğrulara, aynı yargılara götürebiliyormuş. Kimin söylediği doğru, kim modern, kim dejenere, kim haklı, kim haksız?
Şuanda, tam olarak 1 Mayıs 2010 13.33 de kim hani zamanı yaşıyor? İstanbul'un hangi semti modern, hangi semti postmodern, hangi semti dejenere peki? Kim çağ atlamış da kim geri kalmış, kim dejenere olmuş? Aynı anda farklı yerlerde bulunabilip insanlarla aynı anda konuşma şansım olabilseydi, almamın muhtemel olduğu cevaplar üzerinden gitsem; X noktasında biriyle konuştuğumda Y noktasındaki için dejenere olmuş tanımı yapıyor, peki Y noktasındaki onun için ne düşünüyor? Onunlar konuştuğumda da X noktası için postmodern, fi tarihinde yaşıyor diyor. Peki ikisini de dinledik tamam ama, kim doğru söylüyor? İçinde büyüğüdüğümüz değer yargılarından uzaklaşarak bakarsak kimse doğruyu söylemiyor; ama işin içine kendi yetiştiğimi değer yargılarını katarsak o zaman ikisinden birini haklı bulmak çok daha kolay.

* Kendi fikrimi bulana kadar konuyu tartışmaya devam edeceğim.
** Gitmek zorunda olduğumdan ara vermek zorundayım.
*** Bu kısım, giriş teşkil etsin konuya.

Nisan 29, 2010

Finaller gelmeden geçsin!

Uluslar çalışmak yerine, bir sürü birşeyle uğraşmak! İşte tam olarak bu yaptığım, okuldan bunaldım bu ara artık tatil gelmeli. Ki zaten bu yıl okula adapte olmadım gitti, aşladım başladı mı dedim, vizeler geldi batırdım dedim, vizeler bitti ohh tatil geliyor ben alışamadan dedim, ikinci dönem başladı bu dönem bitmez dedim, vizeler geldi çalışmalıyımmm çok çalışmalıyım dedim, ve şimdi finaller geliyor ama ben sevgili totoşumu kaldırıp ders çalışamıyorum. Bu dönemi bu psikolojiyle kalmazsam sonrası için umutluyum(: Evet evet o yalan, bir dahaki dönem derslere gidicem... İnanmadınız mı? Canınız sağolsun :D
Bu finaller hem gelmesin ama hem de bitsin istiyorum, ayrıca patates kızartmasını kalorisi kaldırılsın ve de küresel ısınmaya dur densin ama penguenler kutuplarda üşümesin istiyorum. Saçmaladığının farkındaysan, saçmalamak candır!

Nisan 20, 2010

Kışlıklar!

Kışlıkları kaldırıyorum, yün kazakların arasına kışları saklayarak; önümüzdeki sonbahara kadar, yazlıkların arasından bahar kokuları çıkarıyorum. Korkuları kaldırıyorum, gök gürültülerinin yokluğuna sığınarak; yaz boyu neşe, mutluluk yakama yapışsın diye. Botları da kaldırıyorum, ayağıma dolananlarla birlikte; sonbahara değin elim ayağıma dolanmasın diye.
Neşeli nağmeler yükselsin bu yaz, dalgalar şarkılarını söylesin, güneş göz kırpsın; o kadar mutlu geçsin ki yaz, sonbahar özlensin hüzün adına...

Zeitgeist'e Dair

Bahar alerjim gecenin bir vakti sebebi anlaşılamayan bir şekilde nüksederken, hapşırık krizim sebebiyle aslında yazmak istediğim belgesel konulu yazıyı yazamıyorum. Felsefenin dibine vururken, hapşırmak pek inandırıcı olmuyor! (: Ama yine de değinmeden geçemeyeceğim ki, evet bir devrim olacaksa ve kapitalizm son bulacaksa bu devrim değişimdir!
Okkalı'ya not: Kominist değilim!

Nisan 19, 2010

Günaydın

Günaydın, günaydın, günaydın!
Sabah uykum bin kere bölünerek öğrenmiş de olsam, evet bugünkü pratikler iptal ve bugün tatil! Bu haftanın da 23 Nisan tatiliyle birlikte 3 güne düşmüş olması, muhteşem! Yorgunluğum geçmiyor ne kadar dinlensem de, bahar yorgunluğu ve alerji yüzünden baharın çoğunu yaakta geçiriyorum, halbuki dışarda nefis de bir hava var. Günaydın olsun, hafta muhteşem olsun (:

Nisan 14, 2010

Migren gider, mutluluk gelir!

Yeniden doğdum, bir migren krizim daha yerini muhteşem bir yaşam enerjisine bırakarak beni terk etti. Terk edilmek bir insana ancak bu kadar haz verebilir. Ne kadar sevmesem de migren krizlerimi, tüm negatif enerjimi, sıkıntılarımı, yorgunluğumu alıyor giderken yerine taptaze bir ben bırakıyor. O denli mutlu oluyorum ki, şuanda birazcık daha konuşsam migrenimi seviyorum bile diyebilirim.
Hey insanlık, hey dünya, güneş, samanyolu, ağaç, çiçek, kuş, hey evren ve evrendeki herşey SİZİ SEVİYORUUUUMMM!

Okkalı Yorumlar

Bloğa bişiler karalamak kadar okunmak ve okunduğunu bilmek de çok keyifli... Özellikle de keyifli yorumlar gelince! 'Nefret Ettim!' e gelen yorum içerisinde güzellik diye hitap edilmiş olmak beni acayip mutlu etti, o kadar ki sabah okuduğum halde akşam bu yazıyı kaleme almaya sevk ediyor, teşekkür ediyorum dostum, çırağanda çiçekler bizsiz açıyor ama bugün sayende benim yüzümdeki çiçekler onları geçti.
Değinmeden geçemeyeceğim bir diğer yorum da, 'Dini İnancımı Ararken..'e yaptığı yorumdu ki başlığa ismini veren de bu yorum oldu. Sabah mahmurluğuyla o yorumu gördüm, nasıl güldüm anlatamam bütün günün keyifli geçmesinde onun da payı az değil. Kalemine sağlık, 'Okkalı Yorumlar'ın devamını beklyoruz!

Not: Migrenden kıvranmam bu yazıyı yazmama engel olamadı.

Nisan 13, 2010

Ruhum Hep Desen Desen

Tamam,tamam öyleyim
Bir öyle bir böyleyim
Hergün tanış benimle.
Bir güler,bir ağlarım
Anlatırım,saklarım
Alış şu hallerime...

Farkında bile değiiiilsin
Seni cezbeden de bu
Niye beni seçersin
Etraf desensiz dolu

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bir kucak mı yoksa bir tuzakmıyım ben
Ruhum hep desen desen

Ama ben hep böyleydim
Sen beni böyle sevdin
Değiş desen de olmaz
Durup bak renklerime
Bir demet yap kendine
Aşkımız öyle solmaz

Farkında bile değiiiilsin
Seni cezbeden de bu
Niye beni seçersin
Etraf desensiz dolu

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bi kucak mı yoksa bi tuzakmıyım ben
Ruhum hep desen desen

Ben bugün nasılım
Yakın mı uzak mıyım ben
Off...ne bileyim
Açık bi kucak mı yoksa bi tuzakmıyım ben
Birini seçeyim

Sakin mi serin mi
Benim mi senin miyim ben
Bunu bir düşünim
Kalp miyim akıl mı
Aklı karışık mıyım ben
Ruhum hep desen desen...
(NİL)

Nefret Ettim!

Bu duygu genel olarak bana uzak olmakla birlikte, bu filmden resmen nefret ettim! İtiraf ediyorum evet benim izledim dediğim American Pie değilmiş, ben daha farklı bir filmle karıştırıyormuşum ve aslında ne kadar da iyi ediyormuşum! 1.filmin yarısına gelemediysem de filmden nefret etmeme yeterli oldu izlediğim 15 dakika. Evet evet ben bir kızım ve evet evet filmdeki esprileri! iğrenç ötesi buldum.

Dini İnancımı Merak Ederken..

Dini inancımı merak ederken, konuyla ilgili araştırmaya giriştim. Çeşitli yerlerde çeşitli şeyler okuduktan sonra, bir test ile karşılaştım. Test dediysem, istatistik tadında görüşleri belirtip sonuçları toplayıp, toplum yapısını belirlemeye çalışanlarından... Çeşitli konularda fikirler soruluyor, cevaplara göre görüş belirleniyordu. Aldım takkemi oturdum, çözdüm! Sonuç mu?

Panteizm
'Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğatanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizm'de, pan-enteizm'den (kamusaltanrıcılık) farklı olarak her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır.

Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı-evren-insan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Tanrıbilimsel olarak; Tanrı, evren ve insan; birdir, aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, herhangi bir yaratmadan da söz edilemez. Spinoza'nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya'sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî'nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi, Arabî'nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak birçoklarının sandığının aksine, Spinoza'nın Panteizmi ile Arabî'nin Vahdet-i Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza'da, Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Arabî'de ise Evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır.

İngiliz düşünürü White Head'e göre, Tanrı'nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı; ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı'nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış, evrenin içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı'da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.'


Aslında test öncesi düşündüğümde, deizm veya panteizm çıkacağını biliyordum. Ateist olmadığımı da, yaşam felsefeme de ters zaten. Birşeylerin adını koyma çabası işte, ne fark ederse düşünce sistemimin adının ne olduğu...

Hayatınız Seçtiğiniz Kadındır

Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır, tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktığı kat...

Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinizin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür, sofraların inceliklerle donatılmadığı bir katta doğduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.

Birlikte olduğunuz kadın değiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir, hayatın neredeyse bütünü değişir, bir başka kata, bir başka bahçeye geçersiniz, orada herşey farklıdır. Dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, buluştuğunuz arkadaşlar, hatta taktığınız kravat bile değişir. Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz, zeki bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir; yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz. Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır; Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir. Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve, bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır; hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.

Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.

'Bir kadın değil. Bir hayat seçersiniz çünkü.' (C.D)

Nisan 12, 2010

'Thinking is Destiny'

Yaşam insanoğlunun uydurduğu bir masal ve hayal ettiğimizce yaşıyoruz herbirimiz. Herkesin bambaşka hayatları, bambaşka umutları, bambaşka hayalleri var. Her hayatın kendi sorunları ve kendi umutları var, hiçbiri diğerinden iyi ya da kötü değil aslında; herbiri farklı birinin hayali ve herbiri bizim hayallerimizin yansıması. 'Düş'lediğimiz kadarız herbirimiz, çocukken düşlediklerimizi yaşıyor bile olabiliriz. Kutsal kitabım der ki, 'Bir insanın başına; ancak daha önce bilincinden geçmiş birşey gelebilir.' Evet, şimdilerde moda adı 'Secret' olmuşsa da, hayat aslında 'Düş'tür. Düşündüklerimiz kaderimizi belirler ve ancak hayal edebildiğimiz şeyler başımıza gelebilir. Aksini düşünmek ürkütüyor beni, kendimi kocaman bir dünyaya terk edilmiş hissetmeme sebep oluyor. Oysa düşlediğimce yaşamak ve yaşadıkça düşlemek, sırt çantamı alıp istediğim yerlere gidebileceğim hissini yaratıyor. Hayatta başarı diye bir şey olmadığını hatırlıyorum tekrar tekrar, dayatılanlara inat. Hayat yaşama arzusu olduğunca hayat!
Yaşama arzusu ise, standart kalıpların dayatmaları ile olmuyor işte. Herkesin kendince yaşama arzusu; benimki düşlerimi gerçekleme kaygısı...
Hayallerimin aynadaki aksi yaşamsa, yaşamın aksi hayallerimdir. Birini değiştirebilirsem, tüm hayatım değişir.

Baharlar

Bahar nezlesi oluyorum, alerjim var çiçeklerin çiftleşmesine! Çiçeklerin ulu orta çiftleşmesi yüzünden burnum kızarıyor, gözlerim yaşarıyor, hapşırıp duruyorum; güneşle ikisi birleşince garip garip benekler çıkarıyor, anlamsızca onları kaşıyorum.
En sevdiğim mevsime alerjim olması bir alamet midir peki? Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabıların* da canımı onca sevgime rağmen yakması gibi...
Çağrıştırır bahar tazelenmeyi, temiz bir sayfayı, yeniden doğuşu... Çiçekler gibi, güneşe tav olup açmayı, gelincikleri kırmızı kırmızı, papatyaları çoskulu, çimenleri yemyeşil, kediyi, köpeği, kuşu...
Severim ben baharları; umudun tükendiği yerde geliverir, kışın ardından sarıp sarmalayıverir; lakin kendi gerçekliği vardır baharın, kışın ilacı olmaktan öte!
Arsızdır da baharlar, benliğini isterler senden, vücut kimyanı ele geçirmek, ruh halin üzerinde söz söylemek isterler. Bahara aşıksan, koşulsuz teslim edersin kendini şefkatli kollarına ama yok değilsen bitsin istersin bu hegomanya. Bazı aşklar gibi, kimisine acı verir baharlar; ve kimisi de herşeye rağmen sever baharları.
*(Tamlama Şebnem Ferah! ait olup, bahsi geçen durum yaşanmıştır.)

Yine, Yeni, Yeniden İtalyanca

Keyifle öğreniyorum, severek yaptığım her işte olduğu gibi yaparken mutlu oluyorum. Özlemişimm ve 3 hafta aradan sonra yeniden CIAO!

Hafta Başı

Muhteşem bir hafta olması dileklerimle başlayalım haftaya; herşeyin en güzeli, en muhteşemi, inancına göre hayırlısı bizi bulsun bu hafta!

Ah yorganım Ahhh!

Rüyalarım rüyalarım rüyalarım bloğum,
Sabahın erken saatlerinde gördüğüm kabusu unutup geçiyor, an itibariyle etkisinden çıkmamadığım son rüyamı anlatmak istiyorum;
Bir üst geçit gördüm rüyamda, komplex yapı da, çeşitli girişleri var, çıkışları var her girişi kendince bir yolda ilerliyor. O üst geçitin önüne oturmuş düşünürken, hukuk asistanlarından birinin indiğini görüyorum bana doğru yürüyor, bir de Çiğdem geliyor bana doğru... Ekranlara bakıyorum, 'E' halinin yayında olduğu zamanki sıralamasını görüyorum, oldukça yükseklerde olduğunu görünce de o gazla asistanı boşverip Çiğdem'e hamle yapıyorum. Çiğdem'e radyoya dönmek istediğimi söylüyorum, zamanını soruyor, işin içinden çıkamayınca haftasonu diyorum ama içim rahat etmiyor. Çiğdem'i orada bırakıp, üst geçite geri dönüyorum, farklı insanların geçişlerini seyrediyorum. Uyandıktan sonra yorumladığım kadarıyla, sanki bu üst geçit gelecek ile ilgili planları temsil ediyor ve galiba ben radyoyu sandığımdan daha büyük bir tutkuyla özlemişim. Bir süre oradan geçmekte olan insanlara bir takım sorular soruyor ama bir karara varamıyorum. Gelgelelim bir süre sonra Cem Uzan geliyor, konuşmaya başlıyoruz. Ki bu kısımda yorganın üstümden düştüğünden şüphelenmekteyim (: Aradan yıllar geçmiş görüyorum, bir masanın etrafında toplanılmış içkiler içiliyor ve bana hamile olduğum için verilmiyor.
Bloğum,
Bilinçaltımın bahar temizliğine ihtiyacı olduğuna şiddetle inanmakla birlikte, Cem Uzan'ın ne alaka olduğunu hala çözebilmiş değilim. Hiçbir şahsi duygu beslemem, ne severim ne sevmem... Rüyanın genelinde bir gelecek kaygısı olduğundan Cem Uzan dışındaki saçmalıklara takılmak istemiyorum. Ve fakat, bu hafta normal düzene dönmenin verdiği duygu sebebiyle gördüğüme inandığım bu deriiin! rüyanın benzerleri önümüzdeki zamanlarda kendini tekrarlarsa o durumda bilinçaltıma 'Hayırdır derdin ne?' diye sormanın vakti gelmiş demektir.

Okuyuculara bol Cem Uzan'lı günler diler, saygılarımı sunarım efeniim (:
Not: Üzerimin belirli periyodlarla örtülmesi halinde, durumun tekerrür etmeyeceği görüşünde olanlar için irtibat numaralarımız: Nilay Urazel 05.. ... .. .. :D

Günaaaydıın!

Günaydın bloğum günaydın,
Bugün dersim olmasa da, ya da dürüst olmak gerekirse benim gideceğim ders olmasa da, akşama italyanca kursum var. Ufaktan uyanmak lazım tatil rüyasından, tekrar dönmek lazım hayatın koşuşturmacasına. 5 yaşındaki şımarık kızdan, üniversite öğrencisine dönüş yapmak lazım. Her sabah olduğu gibi yine tembelliğim üzerimde, kalkasım yok. İtalyanca notlarının Emre' den alınası var çok (: Kursu çok özledim, Serena' yı çok özledim, okulu bile özledim galiba...

Nisan 10, 2010

Bir Kadın...

Bir kadın çocuktur aslında.Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını. Ama hiçbir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.

Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu

görecektir. Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.

İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay. kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun nedeni ise engelleyemedikleri 'acımak' duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.

Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi

karar verir. Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında.

Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Yaratıcılığının sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz yaratıcılığını. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.


Bir kadın hayattır aslında.

Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek. su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.

Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz. (A)

Tatlı rüyalar

Bu kız, o kadar yemeğin, künefenin üstüne taş gibi olmuş ama hala içinde kelebekler uçuşan midesiyle savaşı keser ve uyur. Rüyasında güzellikler görür. Tatlı rüyalar...

Nisan 09, 2010

Gündüz Niyetine

Günaydın, günaydın, günaydın kacaman kocaman günaydın...
Güne gördüğü garip rüyalarla başlamak adeta gelenek oldu ya, hadi bakalım. Peki ya bu seferki nasıl bir rüyaydı öyle, pusetler falan! Koskoca halimle pusete oturmuşum babama şımarıyorum, sonra adamcağız güç bela beni ikna ediyor da benim aklım başıma geliyor, pusetimi, oyuncaklarımı falan Yağmur'a ve Esi'ye veriyorum ve uyanıyorum...
İçimde koca bir çocuk yaşıyor onu biliyordum da günden güne geriye gittiğimi bilmiyordum. İçimdeki çocuk 3,5 yaşında bildiğim kadarıyla, umarım biberonlara kadar gerilemez!
Rüyalar suya anlatılırmış ya ben sana anlattım bloğum, gündüz niyetine...

Ruhsal Besinler:)

Mesneviyi okumak istiyorum en geniş baskısıyla, bugüne kadar sade hallerine bakındıysam da tamamını tekrar tekrar okumak istiyorum. Kutsal kitabımla ikisini sıcak çikolata eşliğinde saatlerce günlerce okumak okumak okumak istiyorum. Kendimle başbaşa kalıp, düşüncelerin çatışmasına tanık olmak istiyorum. Bir evim, bir kütüphanem, Amy Winehouse, Coldplay dinlerken yapacağım puzzle'm, bitmeyen çikolata zulalarım, felsefe tartışmalarıyla dolu sohbet gecelerim, izle izle bitmeyecek film arşivim olsun istiyorum. Bu aralar ben, ruhumu beslemek istiyorum...

Ferzan Özpetek- Serseri Mayınlar ' a dair...

Serseri mayınlar ciddi manada güzeldi, oyunculuklar harika olmakla birlikte zaten italyanlardan bunu bekliyorduk;) Esas güzel olan, hikayenin anlatılış biçimiydi. Sahnelerdeki geçişler, hem doğallığı hem sanatı bir arada sunuyordu. Sanat filmi izleyicisiyle, sıradan sinema izleyici aynı anda keyif alabilirdi filmden. Eşcinsellik çok güzel işlenirken, hoş olmayan görüntülerin abartılmamış olması da ayrıca hoş bir detaydı. Sıcaklık hissediyorsunuz izlerken, abartılmış hiçbir şey yok. Ferzan Özpetek, sınırları zorlayan bir yönetmen olduğunu ortaya koymuş bu filmde, filmi izlerken 'yabancı' tadı alınıyor, insan bir Türk'ün ismini başarılı işlerde görünce mutlu oluyor.
Filmde benim en sevdiğim sahne, babaannenin tatlılar,pastalarla intihar ettiği sahneydi. Ölümün dahi tatlıdan, çikolatadan gelmesi güzeldi.

Nisan 06, 2010

İstanbul

Sar sarmala kucakla beni İstanbul; sana güvenmeyenlere inat koru beni İstanbul; sokaklarında kedi olayım besle beni İstanbul; boğazlarınla şımart arka sokaklarınla korkut beni İstanbul; vapurlarından martılarına simit atayım su sıçrat üstüme yaramaz İstanbul; şekerli yoğurdunu yiyeyim kal damağımda İstanbul; kulelerinde koru beni elmaların altındaki yılanlara İstanbul; sonbaharlarında savur, yaz sıcağında kavur, nisanında okşa İstanbul; yerim ol, yurdum ol, yarim ol, aşkım ol İstanbul!

Günaydın

Bir tembellik var bugün üzerimde, sıcacık yatağımı 11 saattir terk edemiyorum. Uyuduğumdan mı, yoo keyiften...
Kumsalda olsam şimdi sıcacık kumlarda, ayaklarımı dalgalar yalasa, rüzgar ve dalgalardan başka kimse konuşmasa ama zaman zaman ufacık çocuklar cıvıldasa, akşam olduğunda lanet beyaz tenim su toplamasa...
Bisikletime atlayıp kaçsam sahil boyu, kumsalda pedal çevirmekten bacaklarım ağrısa, dursam soluklanmaya bir baksam ki etrafta papatyalar, bıraksam kendimi üstlerine, uyuyakalsam orda, rüya aleminde uçsam uçsam boğazın üstünden...
Sonra akşam olsa, yengeçlere inat uzansam kumsala, şarkılar söylesem, tatlı şarap şişemi kuma oturtsam devrilmese, içtikçe canlansam canlandıkça içsem, döne döne dans etsem kumsalda...
Eve döndüğümde yine sıcacık olsa yatağım ve bunları yapmamışçasına dinlenmiş olsam, desem kocamaaaan günaydıın!

Tatlı rüyalar...

Hayal aleminden, rüya alemlerine geçiş, tatlı rüyalar...

Nisan 05, 2010

Tatlı rüyalar

Azar yeme pahasına yazmadan geçemeyeceğim, mutluyummm çook... Tatlı rüyalar...

'Self-observation is self-healing'

Kendini gözlemleme, kendini iyileştirmektir. Kutsal kitabımda belki kaçıncı kez okuduğum bu cümle, bu gece beni bunu yazmaya sevk etti. Bir hayat telaşı içerisinde, kendi yarattığımız dinamiklerin oluşturduğu bir cenderede hayatı yaşamaktan uzak 'idame ettirirken', dönüp kendine bakmayı bir kere daha hatırlattı da birkaç satır karalamak istedim.

Herkes kendi dünyasınca yaşarmış, büyüdükçe hayatın öğrettiği bu gerçekten uzakken kimbilir belki daha da rahatken, doğruların varlığına inanırdım pek çok çocuk gibi. Çevreden gelen tepkilerin belirlediği kriterlerce yaptıklarımın doğru mu yanlış mı olduğunu test eder, doğrusunu yapmaya çalışırdım. Oysa her insanın, her çevrenin kendince doğruları varmış, bir toplulukta doğru olan ötekince yanlış olabilirmiş. Bunları öğrendikçe, 'ee o zaman?' diye sordukça, doğruyu yanlışı içimde aramayı öğrendim. Doğruyu yanlışı ararken uzaklaştım, tabulardan, dogmalardan, toplumsal kurallardan... Başkalarının tecrübelerinden faydalanmak gerek doğru, ama her olay kendi dinamiklerini barındırır ya içinde dışardan aynı gözükse bile. Kendi yaşantımı, kendi kurallarımca belirlemeyi öğrendim. Olumsuz tepkilerde yılmamayı, olumlu tepkilerde şımarmamayı... Bir şekilde hayatın içine katıldıkça, daima daha derine, sorgulamalara son vermek gerektiği öğretilmeye çalışıldı. Oysa bir bitkiden fazlasıydı insan, sorgulayan... En başta kendini, sonra bütün evreni. Biliyorum sonu yok yazdıklarımın, ben de birçokları gibi bir neticeye varamayacağım düşündüklerimde ama olsun bazen yolculuğun öğrettikleri varılan limandan daha değerli!
Amacı ne yaşamanın, amacı ne yaşamamın? Dünyevi şeyler desen değil, ahiret desen yalan... Ruh olgunlaşmasıdır amaçlanan. Ruh olgunlaştıktan sonra ne olur peki?
...
Burada durmak zorundayım blog'um, düşünebilmenin bile 1'de kapanan internet odasında sınırlandığı noktada duruyorum.
İyi geceler...

Nisan 03, 2010

Bir Üniversite Öğrencisini Günlüğü- Vizeler Biterse..

Özgürüm ben özgürüm, 1 hafta tamamen özgürüm, sonra yarı açık özgürüm(: İzlemek istediğim tüm filmlere gidecek, güneşin, denizin, martıların tadını çıkaracağım. A kişisi, milletcekili Abdullah, B kişisi, eşi müberra, iştirak, içtima, BM şartı, orta malı, haksız muamele, raporlama, t,z,f,q ve alfabenin kalan harflerince test grupları ile uğraşmayacağım. Özleyeceğim dersem yalan olur, tatiiiil seni çok özlemişim!

Nisan 02, 2010

Kardeşim, Herşeyimmm!

Benimle oynar mısın ?
Hani msb de ki gibi elinde şırıngayla,
Kahkahalarla,amaçsızca..
Sırılsıklam bir halde birbirimize sımsıkı sarılışımızla
Sürekli çocuklığum gelirken aklıma...
Hani şu her saniye beraber olduğumuz,
Kavga da etsek içten içe seni çok üzdüğümü düşünerek kahrolsamda
Ama yine de her eve geldiğimde seni göreceğimi bilsem..
Yine oyunlar oynasak,çocukça hayaller kursak
Tek derdimiz vinç market olsa..
Ve ben her gece başını okşayarak bir masal anlatsam sana
Gözlerin kapalıyken kirpiklerinin hareketlerini izlesem,
Sonra bir daha öpmeyecekmiş gibi öpsem seni,
Kokunu içime çeke çeke..
Seninle uyusam her gece..
(Bu sana ilk şiirim,seni çok seviyorum..Belki ne kadar özlediğime şahit olur..Hiç aklımda yokken gözyaşları içinde yazdım buun içimden ne geldiyse seni çok seviyorum çok özledim seninle oyun oynamayı..)
(İrem Irmak)

Hayranım Sana

Tanırım kendimi
Hiddetim taşar benim
Dalga dalga,
Hırçın hırçın
Tokat gibi vurur sözlerim
Yıpratır bedenini
Bilirim seni
Hüzün etrafı sarmışken

Sessiz kalırsın belli belirsiz
Ben bilirim seni
Acı bir tebessüm
Belli belirsiz bir tebessüm
Hayranım sana
Sabrına
Sakince karşımda durup
Meydan okuyan o tavrına
Varlığına
Korkmuyorum
Ruhumdaki fırtınada boğulmaktan
Karanlıkta yollarımı kaybetmekten
Biliyorum kurtarırsın beni sen
Işığım, deniz fenerim
Işığım, sana aşığım
(C.E)

Mart 31, 2010

Senin için...

Sesin işler gibi bir şuh kanat gamlarıma
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş,
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş;
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma.

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken.
Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben;
Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi.

Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan
Ne zaman gençliğini yolda hıraman görsem.
Eskiden pembe dudaklarda dağılmış busem
Toplanır leblerime, bir gece dalgın dursan.

Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede
Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu
Genç eder ufkumu hülyalarımın genç kokusu;
Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerde?

Cebhemi varsın o solgun seneler soldursun
Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam,
Gençliğin böyle benimken kocaman, hiç kocamam .. .
Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun
(C_Ş)

Can Eriği

Bir kelime buldum çın çın öter;
Adı candır.
Bir erik kopardım can dalından;
İçi can dolu,
Adı can, yaprağı can, lezzeti candır.
Bir gölge düştü önüme dedi ki:
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır.

Toprak dedi ki:
Can Allahın yongasıdır
Fakat ben bir deri bir kemik
kaldım.
Bir de misafirim var adı candır.

Işık dedi ki:
Renklerden, kokulardan,
Seslerden önce koşup geldim
İnsanoğluna nur topu gibi
Bir müjde getirdim,
Adı candır.
(B.R.E)

Tanrı Hezeyanları

Tanrı bir sığınma ihtiyacıdır; senden büyük senden güçlü birşeye atıp topu, hayatı anlamlandırmakta kolaya kaçmaktır. Bir sınava tabii tutulduğunu düşündüğün için 'insan' olmaya çalışmaktır. Sağlığın için, 'insan' olabilmen için, hayatı yaşayabilmen için gerekenleri 'cennet'e girebilmek için yapmaktır. (Tanrı cenneti bize vaad etmemiş olsaydı ona etmezlerdi secde. -Dante) Tanrı gibi mükemmel bir şeyin böyle bir dünya yarattığına inanmak mümkün mü? Schopenhauer'ın dediği gibi 'Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: "bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?' Kim ne derse desin Tanrı; doğanın kendisi, insanın beynidir. Kader insanın hayalleri, dua insanın dilekleri, inanç insanın özgüvenidir. Hegel'e kulak verirsek; Tanrı, insan ve madde diye ayırım yapmak anlamsızdır. Evrensel cevher, saf bilinç olan ruhtur. Düşünce basamaklarını kateden insan sonunda kendisine döner. Gerçek ruhun kendisi olduğunu keşfeder. Aslında insan tanrı; tanrı da insandır.

Uçurtma Bayramları

Bir rüya bir ümide yaslanıp yaralandık
Tutunduk sevgilere düşe kalka
Hep yol aldık
Yenilme gel yenilme
Belki de aldatıldık
Belki dünya hiç dönmüyor
İmkansız yanıldılar
Ölüm yok ölünmüyor
İmkansız ah imkansız
Gel uçurtma bayramları var
Haydi sevin de gel
Ölümsüz özgür çocukluğuna
Yeniden yol ver
Haydi koş haydi gel
Bir avuç sevinç al annnenden
Bana da biraz ver
Öylesine öylesine yalnızız ki
Şu koskocaman şehir ve biz bak ne olur
Bari sen gel
(S.A)

Yalnız

Yalnızlığın kadarsın
Yalnızlığın mis kokmalı
Yalnızlık dediğin büyük bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı
Dinden imandar çıkarır
Ama öyle bir adam ederki insanı
(B.R.E)

Çakıl

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa dolanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıltaşı ısınır içimde.
(B.R.E)

Bir Garip Merak..

Hayatımın neresindeyim acaba? Başlangıcı, ortası, yaşamam gerekenlerin ne kadarı yaşanmış, ne kadarı bekliyor beni? Bugüne kadar yaşanan olumsuzluklar tüm hayatımın ne kadarını oluşturuyor, peki ya güzellikler, onların artma şansı ne? Bugünlerde şansımın döndüğüne inanmaya başlıyorum, tıpkı eskiden olduğu gibi şanslı olabileceğime inanıyorum. Neler yaşanacak bundan sonra?

Bir Aşk Masalı

Hadi bir masal uyduralım
İçinde mutlu doygun telaşsız durduğumuz
Bitirelim dokunuşlarla yaralara sorulara yer olmasın

Bir adada olalım mesela akşamüstü olsun zaman
Durmuş olsun aşkımıza takılmış asık yüzlü yelkovan
Sen bakiyor ol gözlerimin mutlu mahçup yüzüme

Öyle çok sev ki ellerin oyunum
Mutlu son olsun ilk kez aşkta
Bitmesin yolum

El sallayalım gerçeklere terk etsinler
Bıktırıp gitsinler artık bizi
O an bitecek gibi gelsin kalmasın dahası
Yarına kalmasın ötesi

Bir film seyredelim mesela sanki kahramanları biz
Sanki aşk bizim içinmiş hatta aşk bizmişiz
Öyle sıcak sarıl yarına kalmasın
(F.D)

Fotoğraf

Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel
(C_S)

Uçurtmalar

en sevdiği renk mor olan kadın
en sevdiği kelime “asi”
en sevdiği oyun incitmek beni
hıncı çocukluktan kalma yara izi
zamanı yaralarla ölçen kadın
geçmişiyle kavgalı
tanrıya sığınan kız çocuğu geceleri
isyankar gündüzleri
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
kırdığı kalpleri dizmiş ipe
gene de en büyük zararı kendine
ayak izlerini kuşlar yesin diye
ekmek kırıntıları bırakıp geride
en sevdiği ses çocuk sesi
oysa anne olmayı istememiş
yıllar var ki kendi
hiç bir zaman kök salmamış ki
sırf bir gün çekip gidebilmek için
gene de bulup birbirimizi
aldatma pahasına sevdiklerimizi
ağlayarak seviştiğim kadın
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben

kaç gece göğsünde uyuduğum kadın
hep tek başıma uyandığım…

Selamlaşmalar

İyisiyle kötüsüyle yaşananları paylaşacağım bloğum, hep güzel şeylere tanık olabilmen dileğiyle..