Mayıs 30, 2010

Mikrofon Aşkı

Bugünlerde içimdeki mikrofon aşkı, yaz aşkı gibi dayandı kapıya. İlla ki, bir mikrofon bulacak, illa ki sesini duyuracak. Nasıl bir tutkuysa bu, bağımlılık nerdeyse. Belirli periyodlarla da olsa mikrofonuma kavuşmalıyım! Yataklara düecek değilsem de özledim mikrofonumu, belki bugüne kadar özlediğim birçok metadan daha fazla... Kaancan'dan özür dilerim ama bugünlerde mikrofonumu daha çok istiyorum. 'Emniyet şeridinden gidenlerin kaynanası uzun yaşasın.', 'Guiza anasını da alsın gitsin.' istiyorum!
Boş da durmuyorum ne yalan soliyim...
Görüşüyorum, evet birkaç radyoyla görüşüyorum, ısrarcı değilim ama; sadece bir görünüp bir kayboluyorum. Olursa kadersel olsun diye(: Esasen; medya sektörü sarkıntılıklarından fenalık geçirdim, tedbirliyim. İşe alınacaksam, uzak dururken de alınırım, alınmazsam da stajımı yaparım modunda bakıyorum. Bakalım kısmet...
Yine hayalimi kurup, bıraktım kendimi kaderin şefkatli kollarına...

Mayıs 29, 2010

Mutlu Haftasonları

Her ne kadar final dönemi de olsa, her ne kadar ders çalışma veya finale girme üzerine kurgulanmış da olsa, güneş tüm bulutları üzerine çekip kendini kapasa da; bugün cumartesi hepimize mutlu haftasonları...

Mayıs 26, 2010

Bir varmış bir yokmuş...

Şarkılar yetmeti, sen yetmedin
ben yetmedim ah ne rüyaymış
sonsuza sürermiş bir aşk masalıymış
hepsinden farklıymış hepsi güyaymış

bir kadın tanıdım her kime dokunsa
günleri farketmez beni aldatırdı
uykuma girerdi rüyalarımdaydı
alır karşına aşkı anlatırdı

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş
bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş

mevsimler geçiyor dönüyor dünyam
içimde aşkın ateşi sönüyor
bir yangın yeridir eskiden kalbim
sular altında can çekişiyor

bir kadın tanıdım adını anınca
içimde kuşlarım dansa başlardı
uykusuzdu geceler yıldızlar altında
başım hızla döner aklım yavaşlardı

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş
bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş

bir varmış bir yokmuş
ama bir tekmiş yerine yokmuş (F_D)

Hayat müzik, hayatım müzik


'Uzansam
Çocukluğuma dönsem
Derinlerde gizlenmiş yaralarımı görsem
Bir bıçak yarasıyla acısız kalsam
Oyunlar oynasam sahnesiz maskesiz
Kumdan kalelerime dalgalar vursa
Kağıttan gemilerimin tayfası olsam
Yıldızımı okşarken bir uçak geçse düşümden
Avaz avaz bağırıp sesimi duyursam

Ah çocukluğum camdan duvarlarım
Portakal çiçeği kokulu heyecanlarım
Kuş tüyüydü düşlerim umutlarım
Hani nerde arsızlığım umarsızlığım' demiş. Nasıl da güzel anlatmış, özlemi...

Blogum, Feridun Düzağaç'ın, Teoman'ın, Candan Erçetin'in, Düş Sokağı Sakinleri'nin, Amy Winehouse' un hayatımdaki yerini düşündüm de; her halde hayatım bir film olsaydı her bir sahnede bir şarkıları çalardı. Geçişlerde Şebnem Ferah duyulurdu, 'Kadın' sesiyle...
Hayallerimin fonu Gündoğarken'den gelirdi. Sahilde hayal ederken kendimi, belki dekore ederken evimi...
Eski türk filmi müzikleriyle, ilk evimi kurarken gürünürdüm. Mutfakta 'Senden başka'yı söylerken...
Radyo serüvenimin başlangıç anı yağmurlu o günde, Göksel'in 'Yarabbi şükür' ü çalardı o günkü tesadüfle... İlk yayınımın açılışını yapardı, 'İsyan'la Ferhat Göçer.
Pink Floyd, Edith Piaf, Pink Martini, Cold Play, Ezginin Günlüğü, Atilla İlhan karşıma çıktıkça hayatım lezzet kazanırdı, hüzünlenmekten keyif almayı öğrenirdim.
Çocukluğumun şarkısı; İzmir tatiline giderken 'Hoşgör sen, affet gitsin aldırma' derdi Ajda'm... Çocuk aklımla ders çıkarırdım şarkıdan, idolum olurdu sonra Ajda. O'nu dinlerken küçük yaşlarda Duygu Asena'yla tanışırdım. Kız çocukken olur, büyüyünce 'Kadın' olacağım derdim.
Olmazsa olmaz sahnesi filmin; 'Gülümse' yi dinleyip anneanneme küserdim. Yanlış anlamama teyzemler gülerdi onlar gülerken ben kedimin olmadığına daha o yaşlarda üzülmeye başlardım.
Film tıpkı çağrışımlarım gibi, bir sıra izlemezdi. Git-gellerimi anlatırcasına, bir o anıya bir bu anıya giderdi; ama saçımdan, yüzümden, bakışlarımın değişiminden hangi an olduğu anlaşılırdı.
Sezen, sarmalardı beni. Dalga geçer gibi, 'Sarı odalar' çalarken, ailemin parçalanışında.
Şarkılarla, müzikle, çalınışındaki manayla tanışışımda babamın müzikleri çalmalıydı. 'Gönlümün Sultanı'sın deyişini bana, kimseyle paylaşmamışken...
İnsanı ayakta tutanın dostluk olduğunu anlasaydım, 4 yataklı odada 3 kişi bir yatağa sığışmışken; yıllığım yazılsaydı, çiçekler kaçıncı açışında neler yaşayacağız diyen fonda 'Arkadaş' çalarken...
İreMM'li sahnelerde Ayna çalmalıydı, anlatmalıydı o günkü hisleri...
'Bahar' çalmaya başlayınca tüm bunlar karmaşık bir şekilde akarken perdede, seyircinin kafası karışsaydı; güzel bir anımı anlatılacak, yoksa burdan sonraki dönüşüm mü anlatılacak diye...
'Coming Soon' yazısı belirseydi o anda; devam filmi soru işareti kalsa akıllarda...

Belki yüzlerce şarkı, yüzlerce anı geçmeli böyle, yazılmayan...

Mayıs 25, 2010

Masal

Burkar içimi bir sızı içim boğulur
Sanki peri padişahının kızı
Bu kadar naz, sabır kalmaz
Etme ne olur

Sarkar içime bir hasret içimde durur
Sanki anka kuşu musun mübarek
Kavurup kasıp, sırra kadem basıp
Gitme ne olur

Masal bu ya oldu ya
Cezbime tutuldu ya kaçma
Böyle biri karşına kaç kere çıkar

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Bak yaş oldun didemin ucunda varsın
Ak sinemin sinemin içini sar

Burkar içimi bir sızı içim boğulur
Sanki peri padişahının kızı
Bu kadar naz, sabır kalmaz
Etme ne olur

Bu hayal meyal masal hep okuduğum mu
Seni ejderhanın elinden alıp koruduğum mu
Hani kahramanlar gibi sevecekken seni
Masal bitti yaş akacak bak farketmedin mi?

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Bak yaş oldun didemin ucunda varsın
Ak sinemin sinemin içini sar

Yalnız varsız demektir
Elsiz kolsuz demektir
Kalan yalnız kalırsa
Giden insafsız demektir

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin sinemin içine yar
Sen bitmişsin kuşlar gider
Dostlar gitmiş
Bir varmışsın, bir yokmuşsun (Y)

Mayıs 24, 2010

İmgelerimi döksem...

İmgeler ne kadar önemli hayatımızda, uzaktan ve duygusuzca baktığımızda basit görünen nesneler aslında ne kadar önemliler...
Kaancan; bir oyuncak ayıdır kendisi ama çok daha fazlasıdır aslında... Kaç dönemin tanığıdır o, kaç dönemin sırdaşıdır, üzerinde kuruyan göz yaşlarıyla temizlenmiş, mutlulukla havaya fırlatılıp tutulurken tazelenmiştir. Yurtlar görmüş, kimleri tanımış, ne olaylarda bana destek olmuştur. Bugünlerde en çok özlediklerimdendir, İrem'den sonra...


Fatoş bebek; çocukluğumun favori bebeğidir, ismini hediye eden halamdan alır... Çocukluğumun imgesidir, 6 yıllık prensesliğimin şahididir. Fotoğraflarda kalmışsa da, bana o günlerin varlığını ispatlar. Şımarık prensesin, uyuttuğu bebeği, oynadığı arkadaşı, paylaştığı sırdaşıdır; evdeki şımarıklıkların mutluluğunu, mor sandalyeyi kapamanın hüznünü saklar.


Öncelikli nesnelerim, imgelerim, yalnızlığıma aldıklarım...

Kendime terapi...

Hayat denilen şeyin binlerce katmandan oluşması ilginç değil mi? Her bir katmanda ayrı hayatlar, ayrı yollar...
Doğduk ve bugüne kadar belli bir çerçevede geldik belki; belki de bugüne kadar bile katmanlar değiştirip durduk. Aynı katmanda bile farklı yollara girdik.
Çok ilginçtir ki, o gün yediğimiz şeyler bile hayatımızın gidişatında küçük de olsa birşeyleri etkiliyor. Protein ağırlıklı yenilen bir yemekten sonra yapmak istediğimiz aktiviteler ve oralarda karşılaşacağımız olaylarla; karbonhidrat ağırlıklı yediğimizdeki birbirinden farklı.
Uyku zaten başlı başına fark yaratan bir etken; az uyuduğumuzda verdiğimiz tepkiler farklı, çok uyuduğumuzdakilerden. Az uyuduğumuzda bilinçüstü uyuma isteğine yenik düştüğünden, daha çok bilinçaltı ile yani daha ilkel hareket edebiliyoruz.
Peki bunlardan hangisi biz oluyoruz, hangi fiziksel koşullar altındayken ve buna bağlı ruhsal durumlardan hangisindeyken yaptığımız tercihleri baz almalıyız?
Uyku ve yemek düzeni yerleşik ve sosyal hayatı yolunda giden bir halde olduğumda; enerjik ve hayata dair pek çok şey yapmak isteyen şirin kız oluyorum. Herhangi bir sistemimde bir eksiklik olduğunda; aksi, ters ve tutunamayan olabiliyorum. Hangisine göre kurmalıyım hayatımı peki?
Bu kadar basit bir açıdan değerlendirildiğinde bile temel ayrımlara yol açan etmenleri daha büyük daha etkili şeyler açısından düşünürsek?
Hangi şehir, kimlerin yanı, hangi kültür, hangi o, hangi bu...
İlginç bir karmaşa bu, fazla empatik olmanın da getirdiği...
Kendimi bambaşka insanların yerine koyarak düşüne düşüne, birçok şeyde tercih yapmaz oldum. Tabii ki hayatımda temel tercihler ve bir ben var; ama kendime yaptığım yüzlerce eleştiri ve bitmek bilmeyen bir gelişim daha ağır basıyor.
Nereye kadar geliştirmek kendini peki?
Nereye kadar kendini doğru görmek isteği?
Kendi hatalarımı değiştirmeye çalışmak yerine kabul mu etmeliyim? En kötü karar, kararsızlıktan iyi midir yoksa?
Kimi insanlar gibi, gelişimimi bir yaşta dondurmalı mıyım, yoksa bu yolun sonuna kadar gitmeli miyim?
Bu yolculuktan ne kadar şikayet etsem de zaman zaman, beni ben yapan şey bu yolu seçmiş olmam!
Evet, ara ara böyle yazılar yazacağım ve tekrar okumadan yayınlayacağım. Evet, kafamın karışıklığını basamaklar çıktıkça görmek isteyeceğim. Evet, zaman zaman o basamaklardan aşağı geri de düşeceğim. Ama hayatım devam ettiği müddetçe bu yolculuğu sürdüreceğim, kendimi ve insanları anlama çabam; ancak mezarda son bulacak!
Peki bu yolculuğun bu etabında ne olacak?
Düşünmeden gitmeye çalışmakla, istemediğim bir hayatı yaşamak zorunda kalmak istemiyorum!
Üniversite çağında, hayatımın geri kalanını belirlerken buldum kendimi... Bugüne kadar, şeçeneği olmayan yolum buydu sadece ve o da bitti. Burdan sonra yapacağım iş, çalışacağım yer, yaşayacağım şehir, stilim, evim, dekorasyonum ve binlerce 'Kader'imi etkileyecek tercihlerim var önümde.
Sahip olduklarım mı, hayal ettiklerim mi? Hangi doğrultuda çizmeliyim bunları?
Belki de bunları düşünmeden önce kabul etmem gereken bir gerçek var ki, ilk defa bunu kabul etmeye hazır hissediyorum kendimi; sanırım çocukken verdiğim hayatta kalma savaşı sırasında içimdeki çocukla ilgilenme fırsatı bulamadım ve büyüyen yanım içimde kalan çocuğu istediği doğrultuda büyütmeye çalışıyor. Çocukken içimde konuşup duran o sesti belki, hayatını değiştir bu ortamdan kurtulman için ders çalışman lazım diyen... O ses şimdiki beni oluşturdu ve sessizleşti, artık tercihleri bana bırakıyor. Burdan sonra hayat tercihlerden ibaret diyor.
Peki ne yapayım? İçimdeki çocuğa ne öğreteyim? Ona hayatı pozitif öğretsem, olumsuzluklara kırılır mı? Benim yaşadıklarımdan öğrendiklerimi bilmemek, silahsız bırakır mı hayatta onu? Peki, tüm olumsuzluklarını bilirse dünyanın inancı kırılmaz mı?
Koşullarıma göre mi öğretmeliyim, yoksa hayalerime göre mi ona dünyayı?
Kaç eli bak bunları sıkı sıkıya tutabilirsin diye tanıtmalıyım ona?
Fazlaca düşünmeden yaşamayı mı öğretmeli yoksa, olumlu dünya perspektifi içinde?
Yolcularının kafalarındaki soruların cevabını aramak için bindikleri bir tren gibiyim; şehirler, ülkeler geliyor geçiyor içimden. Aidiyetim yok, sahibiyetim yok, paylaşımlarım sadece çok...

Not: İçimdekileri dökmek için yazdığım birkaç satırdı, kendime yabancı bir gözle bakıp değerşendirme yapabilmek için tekrar okumadan ve hiçbir düzeltme yapmadan yayınlıyorum. Okuyanların da yargılamadan, belki anlamaya bile çalışmadan okumalarını rica ediyorum.

Hayat bir yoldu; YÜRÜDÜM

Yürüdüm adım adım
Masallardan ışık aldım
Güleç yüzüm mahçup kalbim
Kıpkırmızı yürüdüm
Yürüdüm aşık oldum
Yürüdüm kaşif oldum
Öğrenmekle geçmiyor hayat
Ağırlaştım yürüdüm

Yürüdüm babam öldü
Yürüdüm kızım oldu
Bazen bahar bazen kara kış
Sızım oldu yürüdüm
Yürüdüm evsiz kaldım
Yürüdüm sensiz kaldım
Hiç gitmez sanıyordum
Sevgi gitti yürüdüm

Yürüdüm alev aldım
Yürüdüm kül olup kaldım
Gül bahçelerinden geçtim
Dikenlerde yürüdüm

Yürüdüm oyun oldum
Gerçeğim oyun oldu
Ardımda bir çocuk kaldı
Dönüp baktım yürüdüm
Yürüdüm avaz avaz
Yürüdüm çığlık çığlık
Boğazımda yaşlı bir hıçkırık
Yutkunarak yürüdüm

Yürüdüm savaş oldu
Yürüdüm yarış oldu
Kaybolmaktan korktuğum dünya
Bir karış oldu yürüdüm

Yürüdüm dur dedi tanrı
Yaşanacak neler kaldı
Anlat dedi ne anladın
Siyah beyaz yürüdüm
Gözümün önünden geçip gittim
Bulutlara yürüdüm
(F_D)

Mayıs 21, 2010

Ben/parçalar

Finaller gelmiş burnumun dibine, tüm haftasonu morçatı eğitimiyle dolu, pazartesi görünür radyo yolu... 24 saatlik gün ve 7 günlük hafta yeterse finallerim iyi geçecek.

Mayıs 18, 2010

Orta şekerli halim?!

Hayatımın iniş çıkışlarından keyif almaya başlamış olmam; bir şekilde büyümek, alışmak mı yoksa ciddi ciddi hislerimi mi kaybediyorum?

İlginç bir şekilde üzülmüyorum, ilk an sinirlenip sonra geçiyorum ve yeni duruma yönelik çözümler üretiyorum. Sanki bir tiyatro oyununun içindeymişim gibi, sırası gelen olayı yaşayıp önüme bakıyorum. Sahiplenip hayatımı,üzülmüyorum. Sahip olmadıklarımın hayali, sahip olmaktan daha çekici geliyor.

Bu aralar fazlaca uyumak istiyorum, gördüğüm rüyaların çoğunu hatırlayamıyorum. Hissizleştim, kendimi anlayamıyorum. Olan herşeye, belki kaderci belki 'farketmez'ci bir yaklaşımla öyle olması gerekiyormuş öyle olmuş tepkileri veriyorum.

Kendime şaşırıyorum; ben ki fevriyimdir, ani iniş-çıkışlarla ani tepkiler veririm, hislerimi sonuna kadar yaşarım, solana kadar ağlar, yeşerene kadar gülerim. Bu orta şekerli halime alışamadım.

Bu halimden hoşnutum da üstelik, hep etrafta orta şekerli insanları görür özenirdim, hayat geçip gidiyor dokunamıyor onlara diye. Bunları yazarken de düşünmüyorum; orta şekerli mantıklı bir halde yazıyorum sadece.

Bu kadar hissiz ve huzurluyken, yapmak istediğim tek şey kumsalda uzanıp dalga sesleriyle uyumak...

Mayıs 17, 2010

Günaydın

Günaydın blogum...
Yeni kocaman bir hafta başlıyor, bu hafta herşey hepimiz için muhteşem olsun!

Mayıs 09, 2010

Kırık Kalpler Durağında...

Candan Erçetin yine birbirinden keyifli şarkılardan oluşan bir albüm yapmış, dinlemeye doyamıyorum. Hayata bakışını yansıttığı albümlerden biri daha... Hatun kelimesinin hakkını veren kadınlardan, evet O da Kova burcu. Hayır iyi olduğu için Kova demedim, Kova olduğu için bu kadar iyi. Her anımı, her hisimi anlatan şarkınlarınla iyiki varsın Candan!

Doğru Kimin Doğrusu

Yoldan çıkmak güzeldir
Çok konuşanlara inat
Belki biraz sır tutarak
Belki biraz da korkarak
Doğru kimin doğrusu
Yol dedikleri hangisi
Konuşanlar mükemmel mi
Onlar masum mu
Yoldan çıkmak güzeldir
Şöyle herkesten gizli
Belki biraz sessizce
Belki biraz da çekingen
Ama daha çok gururlu
Bunu yapabildiğin için
Kimseye kulak asmadan
Mutlu olduğun için
Farkında değil hiç kimse
Bu yaşayanın hayatı
Aslında yok kimsenin kimseye söyleyecek lafı
Kendi yanlışlığından ve zalimliğinden
Herkes yargılıyor başkasının hayatını
Yoldan çıkmış diyorlar
Doğru bulmuyorlar
Küçücük mutluluklara engel oluyorlar
Doğru kimin doğrusu
Yol dedikleri hangisi
Konuşanlar mükemmel mi
Onlar masum mu
Yoldan çıkmış diyorlar
Durmadan konuşuyorlar
Kendi yaptıklarını örtbas ediyorlar
Mutluluk herkesin hakkı
Yokki bunun günahı
Şu hayat neye yarar
Çıkmayacaksa tadı
Farkında değil hiç kimse
Bu yaşayanın hayatı
Aslında yok kimsenin kimseye söyleyecek lafı
Kendi yanlışlığından ve zalimliğinden
Herkes yargılıyor başkasının hayatını (C_Erçetin)

Anneler Günü!

Bugün anneler günü, sevmediğim özel günlerden biri... Anneler günü, sevgililer günü, o günü, bu günü ne farketti ki? Aşk'la bakan gözlere hergün sevgililer günü, anaç annelere her gün anneler günü! Her ilişki kendi dinamiğini barındırır içinde, kişilerin sıfatları muhakkak belirli bir durumu içeriyor diye birşey yok ki!
İnsanı gereksiz beklentilere sokup sonra her zamanki şeyler için üzülmesini sağlayan anlamsız günler topluluğu...

Mayıs 06, 2010

Tatlı rüyalar.

Kafama taktıklarımı geride bıraktığım günün akşamında huzurlu bir uyku için, tatlı rüyalar...

Okkalı'ya...

Bir dostun sıcaklığı başkadır, yanında olduğunu bilmek huzur verir insana. Sarar sarmalar...
Dostum, iyiki varsın!

Mayıs 05, 2010

The Bounty Hunter

Romantik komedi olsun ama komedisi fazla olsun romantiği aralardan biz hissedelim diye düşünenler için yine harika bir Gerard Butler filmi... Bu adamın oynadığı kötü bir filme rastlamadım, doğru söylemek gerekirse; gerçekten özenle seçiyor ya da o var diye bize güzel geliyor. Gerard yazmaya devam etsem ederim ya, Jennifer Aniston' a geçelim. Başarısı tartışılmaz gerçi ama bu filmde de gayet başarılıydı. Sanki artık biraz yaşlanıyor gibi, ekranda da artık ufaktan hissedilmeye başladı.
Filmin konsu tüm sinema sitelerinde çarşaf çarşaf yazıyorsa da, burnumu sokmazsam rahat edemem(:
İşine aşık gazeteci kadın ile eski polis yeni ödül avcısı bir adamın aşkı... Yanlış anlamalarıyla zevkli hale gelmiş film, klasik romantik komedi aksiyonlarından ziyade 'The Ugly Truth' daki o alaycı yaklaşım hakim.
En sevdiğim sahne ise, sanırım tüm hatunlarla aynıydı ama bu hepimiz için bir sır olarak kalsın, 'Aşk' lar kızmasın!
Kaçırmayın derim, iyi seyirler...

Günaaaydıınn!

Günaydın günaydın günaydın sevgili blogum!
Haftanın ortasından, haftaya güzel bir dalış olsun, muhteşem bir enerjiyle uyandım bugün evrene yolluyorum ellerini uzatanlar yakalasın!

Mayıs 03, 2010

Bu aralar...

Bloğum aslında sana yazmayı çok istiyorum; detaylı, uzun uzun, gerçekten... Oysa bu aralar yazamıyorum, evet birşeyler yazıyorum ama üstün körü geçiyor, nadiren derin derin yazabiliyorum. Son 5-6 gündür kendime erişemiyorum ki, içimdekileri yazıya dökebileyim! İlginç bir ruh hali içersindeyim, sanki ben uyuyorum ve zaman akıp geçiyor. Düşünmeden yaşamak diye bir şey varsa, işte bu aralar yaptığımdır. İyi midir kötü müdür bu halim geçmeden bilemem ama umarım beynim çıktığı tatili kısa keser.

Mayıs 01, 2010

Direksiyon Dersi

Hocayı kaçırıp, anadolu yakası turu attırmak, Tem'de 100 civarındayken hocanın bu mu hız demesi, 120 ye çıkmak, makasa da girelim demek, hocanın yarın söz demesi üzerine, capitol üzerinden başlangıç noktasına geri dönmek... Kurs arabasını geri vermek zorunda kalmak ama hızını alamayıp hocanın 19 yaşında jikleli arabasını almak, hocanın ayar vermek için arabayı yokuşta durdurtması, kaydırmadan kaldırıp çikolatayı kapmak :D Not: hocanın itirafı; direksiyon dersi böyle birşey değil, ilk defa başıma geliyor!

İzafiyet (Part 1)

Zaman ne kadar izafi bir kavram, modern, postmodern, doğru, yanlış,gelişim de keza. Kimin doğruları, ne yönde gelişim, hangi sistemin 2010 u?
Kendimi bilmeye başladığım ilk yıllara gidersek, o zamanlar benim için kesin doğrular olmazsa olmazlar vardı. Dünyada doğrular ,bunları bilen ve uygulayan insanlar vardı ve diğerleri yanlışta ısrar eden diğerleriydi. Gel zaman git zaman, şehirler, semtler, okullar, apartmanlar ve insanlar değiştikçe hayatımda; dünyada insan kadar çok düşünce, insan kadar çok doğru, insan kadar çok sistem ve insan kadar çok zaman olduğunu anladım. Ne aynı yerlerde yaşamak, ne aynı şeyleri okumak, ne aynı giysileri giymek, ne de aynı aile bireyleri olmak insanları aynı doğrulara, aynı yargılara götürebiliyormuş. Kimin söylediği doğru, kim modern, kim dejenere, kim haklı, kim haksız?
Şuanda, tam olarak 1 Mayıs 2010 13.33 de kim hani zamanı yaşıyor? İstanbul'un hangi semti modern, hangi semti postmodern, hangi semti dejenere peki? Kim çağ atlamış da kim geri kalmış, kim dejenere olmuş? Aynı anda farklı yerlerde bulunabilip insanlarla aynı anda konuşma şansım olabilseydi, almamın muhtemel olduğu cevaplar üzerinden gitsem; X noktasında biriyle konuştuğumda Y noktasındaki için dejenere olmuş tanımı yapıyor, peki Y noktasındaki onun için ne düşünüyor? Onunlar konuştuğumda da X noktası için postmodern, fi tarihinde yaşıyor diyor. Peki ikisini de dinledik tamam ama, kim doğru söylüyor? İçinde büyüğüdüğümüz değer yargılarından uzaklaşarak bakarsak kimse doğruyu söylemiyor; ama işin içine kendi yetiştiğimi değer yargılarını katarsak o zaman ikisinden birini haklı bulmak çok daha kolay.

* Kendi fikrimi bulana kadar konuyu tartışmaya devam edeceğim.
** Gitmek zorunda olduğumdan ara vermek zorundayım.
*** Bu kısım, giriş teşkil etsin konuya.